Çevrimdışı
alemextra
Admin
Admin
Ayın En iyi Posteri
-
-
- Konu Yazar
- #1
Türk Tarihine Genel Bakış
Türk tarihinin milâttan önceki yüzyıllarına ışık tutan belgeler birer birer ortaya çıkıyor
Türk tarihini yazanların" asıl konuya "Büyük Hun imparatorluğu" ile girmeleri neredeyse bir gelenek halini almıştı. Oysa bir milletin varlığı bağımsız bir devlet haline gelmesinden hele bir cihan imparatorluğu kurmasından sonra başlayamazdı. Tarihçiler bunu hatırlatıyor ama imparatorluğun kurulmasından önceki dönemler hakkında yeterli bilgi veremiyorlardı. Biraz geriye gidince Türk oldukları anlaşılan Sakalar'a büyük bir Türk hükümdarı olduğu bilinen efsane kahramanı Alp Er Tunga'ya dana da önce (M.Ö.1050) Çin'e akın ettikleri ve burada Chou (Çu) hanedanını kurdukları anlaşılan bir Türk kavmine rastlıyorlardı.
M.Ö. 7. yüzyılda ölen Alp Er Tunga'nın halkı tarafından çok sevilen bir Türk hakanı olduğu kesinlikle biliniyor ama bu hakanın yönettiği devlet hakkındaki bilgiler bulunamıyor ya da bu bilgiler çok yetersiz kalıyordu.
Tarihçiler Türklerin ırk özelliğini ve anayurtlarını tanıttıktan sonra Türk tarihini anlatmaya Türklükleri her bakımdan ispatlanmış olan Büyük Hun imparatorluğu'ndan başlıyorlardı.
Bugüne kadar ilk Türk siyasî kuruluşu olarak kabul edilen Büyük Hun imparatorluğu ile ilgili en eski yazılı belge M.Ö. 318 yılından öteye gitmiyordu. Bu Hunların komşu bir devletle yaptığı bir anlaşma belgesidir. Türklerin tarihî devri en erken işte bu dönemde yani M.Ö. 318 yılında başlatılıyordu. O tarihte bir andlaşma imzalayan bir devletin ondan önceki dönemi karanlıktı. Büyük Hun İmparatorluğu M.S. 58 yılına kadar devam etmiş bu tarihte Güney ve Kuzey Hunları (Doğu ve Batı Hunları) olarak ikiye bölünmüştü.
Bu kadar büyük ve uzun ömürlü bir devlet kuran Hunlardan kalma yazılı belgeler de yoktu elimizde. Oysa Hunların hele Batı Hunlarının kendi yazıları olduğunu kendi dillerinde yazışmalar yaptıklarını çok iyi biliyoruz.
Yazılı belge olmadığı gibi medeniyet seviyesinin ve hayat tarzının göstergeleri olan kalıntılara eserlere de yakın zamanlara kadar rastlanmamıştı.
Yakın zamanlara kadar en eski Türk anıtları olarak "Orhun Anıtları"nı Türk yazı dilinin en eski örneği olarak da bu anıtlardaki yazıları ve "Yenisey Kitabeleri"ni biliyorduk. Bunlar da bizi ancak onüç asır öteye götürüyordu.
Destanlarımız da tarihini bildiğimiz Türk devletlerinin kuruluş dönemlerinden daha ötelere pek uzanmıyordu. Oğuz Kağan destanı Hun Türklerinin Manas destanı Kırgız Türklerinin Ergenekon destanı Gök-Türklerin idi. Öteki destanlarımız ise yine tarihlerini bildiğimiz Türk kavimlerine aitti ve bizi o Türk devletlerinin yaşadığı devirlerden daha uzaklara pek ulaştırmıyordu.
4000 yıllık bir tarihimiz olduğunu söyleyip yazarak gurur duymak ama somut delillerle 2000 yıldan öteye gidememek geniş kitleyi üzüyor gençlerimizin ise içi burkuluyordu.
Yabancı yazarlar bu durumu kestirme ama tutarsız bir hükümle açıklıyor "..Çünkü Türkler göçebe millettir göçebe milletler büyük medenî eserler bırakmaz" diyorlardı. Kendi tarihçilerimiz elbette makul ve ilmî sebepleri anlatıyorlardı ama özellikle gençlerimiz bu gibi konularda gözle görülen elle tutulan somut belgelere ihtiyaç duyuyorlardı.
Belgeler bulunuyor: Yazı da var yapı da var
Artık şüphe bulutlarını dağıtan Türk tarihinin milâttan önceki dönemlerine ışık tutan belgeler bulunmuştur. Yazı da var yapı da var! Öle tutulan gözle görülen ve müzeleri dolduran somut belgelerden başka müzelere sığmayan yüksek medeniyet göstergesi görkemli anıtlar da var. Daha da olacağını arkeologların heyecan verici izler üzerinde çalışmalarını sürdürdüklerini bildiren müjdeli haberler de var!
Yirminci yüzyılın ikinci yarısı özellikle şu son onsekiz yıl Türklerin uzak geçmişine ait en önemli buluşların yapıldığı bir dönem oldu. Bunları yeri gelince anlatacak ve belgelerini sunacağız. Burada kısaca Türklerin yazı dilini 1250 yıldan 2500 yıl öncesine götüren sanatını gösteren birkaç buluşa değinecek müjdeli haberin ne olduğunu duyuracağız. Yurdumuza binlerce kilometre uzakta bulunan bu belgeleri Avrupalı Türkologlar gibi kendi bilim adamlarımız da gidip gördüler incelediler filmlerini çektiler. Bunların filmlerini resimlerini biz de getirdik getirttik.
2500 yıl önceki Türk yazısı
Türk yazı dilini 2500 yıl öncesine götüren belge Alma-Ata'nın 50 km. kadar yakınında Isık Göl civarındaki Esik kurganında bulundu. Açılan mezardan çıkan eşya göz kamaştırıcı idi. Bir Türk tiginine (prensine) ait olduğu anlaşılan bu mezara prens altın elbisesi altın tacı ile gömülmüştür. Mısır firavunu Tutankamon'un mezarından sonra en çok altın bu Türk prensinin mezarında bulundu. Tam 4.800 parça altın vardı. Fakat tarih için Türk tarihi için eşsiz değerdeki belgeler ne bu altınlardı ne de öteki eşyalar. Eşsiz değerdeki belge yarısı okside olmuş bir gümüş ta-bağın üzerindeki iki satırlık yazı idi. Bu yazı bu mezardan 1250 yıl sonra dikilmiş Orhun âbidelerindeki Gök-Türk harfleriyle yazılmıştı yani Türkçe idi. Okundu tercüme edildi. Yapılan radyo-karbonik tahlilden Orhun hurufatlı yazının M.Ö. 5. yüzyıla ait olduğu anlaşıldı.
Esik'teki kazı 1970'te başladı ve devam ediyor. Civarda yağmalanmış başka mezarlar da bulundu ama yağmalanmamış başka höyüklerin varlığı da anlaşılmış bulunuyor. Bunlar er-geç ortaya çıkarılacak.
İmparatorun ordusu bulununca
Çinliler 10 yıl kadar önce yaptıkları bir kazıda yüzlerce heykel buldular. Bunlar atları ve silâhları ile Çin süvarilerini gösteriyor. Hepsi bir arada ve teftiş için sıralanmış gibi bir hizada idiler. Bunlara "İmparatorun ordusu" denildi. Şu olay Çin hükümetini tarih araştırmaları için daha büyük ödenek ayırmaya şevketti ve çok büyük şehirler olduğu anlaşılan üç büyük tepede kazı yapmayı-programlarına aldılar. Bu tepelerden biri Hun Türklerinin uzun zaman egemen oldukları bölgededir ve onlardan kalma olduğu bilinmektedir. Hem Çin hem de başka ülkelerin 'tarihçileri buradan Türk tarihi için çok önemli belgelerin çıkacağını söylüyorlar.
Japon Türkologların gayreti
Bilindiği gibi eski Türklerle ilgili en önemli kayıtlar Çin arşivlerinde Çin yazmalarında bulunuyor. Bu eski Çin yazmalarını okuyacak inceleyip sonuçlar çıkaracak Türk bilim adamları maalesef henüz yok. Fakat bir başka ülkenin Türkologları eski Çin kaynaklarını incelemeye başlamış bulunuyorlar ki "müjdeli haber" dediğimiz olay işte budur: Tokyo'daki Nihon Üniversitesi'nin Türkoloji bölümünde 300 Japon genci Türkolog olmak için öğrenim görüyor. Bunların 150'si İslâmiyetten sonraki Türk tarihini ve Türkçesini öğreniyorlar. Mezunlardan 30 Japon genci Çin kaynaklarında eski Türklere ait belgeleri araştırmaya başlamış bulunuyorlar.
Nihon Üniversitesi Türkoloji Bölümü'nün başkanlığını yapan Sayın Prof. Dr. Masao Mori en seçkin öğrencilerini Türk tarihinin erken çağları üzerinde araştırma yapmaları için Çin'e göndermeye devam edeceklerini kendisiyle Tokyo'da görüşen Sayın Ahmet Kabaklı'ya söylemiş ve şunları ilâve etmiştir: "Eski Türkçeyi olduğu gibi eski Çince'yi de çok iyi bilen bu gençlerimiz herhalde Türk tarihini aydınlatacak güneş sayfaları bulup çıkaracaklardır..."
Biz buna inanıyor ve o günleri sabırsızlıkla bekliyoruz.
Türkler hiçbir zaman putlara kurtlara kuşlara tapmadılar
Binlerce yıllık Türk tarihini aydınlatan yeni yeni belgelerin bulunmakta olduğunu belirttikten sonra bunların bulunmasındaki gecikmeyi büyük yapıların heykellerin barkların neden çok bulunmadığını kısaca açıklamayı eski Türklerin göçebelikleri inançları yaşayışları ve karakterleri hakkında bir özet bilgi vermeyi gerekli görüyoruz.
Türkler hiçbir zaman puta tapmadılar. Putlarını kendileri yapan yaptıklarına tapan insanlar olmadılar. Bilinen bir gerçektir ki puta tapmış olan eski milletler (devletler imparatorluklar) meselâ Sümerler Mısırlılar Yunanlılar Romalılar İranlılar Mayalar Aztekler vb... en güzel en büyük heykelleri anıtları putları için en büyük tapınakları bu putlara adamak ve onları korumak için yaptılar.
başka idi. Türkler yeri ve göğü yaradanın dünyayı mesken tutmuş putlar ya da yerle gök arasında dolaşan insanlaşan hayal varlıklar olamayacağını seziyor anlıyor biliyorlardı. İnanç konusunda sürekli bir arayış içinde idiler. Onun içindir ki 9. yüzyılda Jslâmiyetle karşılaşınca hiçbir baskı ve zorlama olmadan onu gönüller dolusu bir coşku ile benimseyecek olanca güçleriyle savunmaya ve yaymaya çalışacak en güzel mâbedlerini bu din için yapacaklardı.
(1) Bu vesile ile Fransızcadaki tabou (tabu) kelimesinin Türkçe tabgu'dan geldiğini belirtmek istiyoruz. Fransızlar bu kelimenin Polinezya kökenli olduğunu sanıyorlardı. Artık Türkçe tabgu'dan geldiğini onlar da kabul ediyor.
Putlara hayvanlara insanlaşan hayal varlıklara tapmayan totemci olmayan Türklerin tabguları (tabuları) yok muydu? Elbette Türklerin de islâmiyeti kucaklamadan önce inandıkları bir din bir inanç sistemi vardı. Tarihte hak olsun bâtıl olsun inancı olmayan bir toplum düşünülemez. Fakat tekrar ediyoruz Türkler hiçbir zaman putlara kurtlara kuşlara tapmamış totemci olmamışlardır. Bu bir iddia değil birçok bilim adamının en sağlam delillerle ispatladıkları bir gerçektir.
Putlara tapmayan Türkler tapmak amacıyla bunların resimlerini heykellerini bunları korumak için veya bunlara adamak için tapınaklar da yapmamışlardır.
Son keşiflerden önce eski Türklerin de totemi bulunduğunu söyleyenler bu görüşlerini Türklerin kurt at ve bazı kuşlara büyük sevgi ve saygı göstermelerine dayandırıyorlardı.
• Ömrü at üstünde atla beraber geçen her isini onunla yapan bir milletin atı sevmemesi ona saygı duymaması hatta onu kutlu saymaması düşünülemez. Bazı dönemlerde bazı Türk boyları ata heykel ata mezar yapmışlardır. Hâlâ da yapıyorlar. Ama hiçbir zaman onu bir totem olarak kabul etmemiş ve tapmamışlardır. Türklerin atı kutlu saymaları Hinduların ineklere izafe ettikleri kutsallık gibi değildir. Türkler at kurban eder etini yerlerdi.
• Eski Türkler kartal gibi sülün gibi kuşlara da sevgi saygı göstermiş bunların resim ve kabartma heykellerini yapmışlardır. Meselâ M.Ö. 2'nci bin yılının başlarından kalma bir Türk mezarı olan Kurat kurganında bir kartal pençesi kabartması bulunmuştur. Orhun'da bulunan Kül-Tigin büstünün serpuşunda da kanatları açık bir kartal kabartması vardır. Fakat kartal ve öteki kuşlar birer totem değil simge idiler: Hız simgesi yükseklik simgesi hâkimiyet simgesi beceriklilik ve yırtıcılık simgesi. Bunların simge olma niteliği İslâmiyet'ten sonra da devam etmiştir. 9. yüzyılda Karahan Türklerinin bir şairi "Belge vurup atlara kuşlar gibi uçtuk biz" derken hız ve ataklık simgesini çok iyi belirtiyordu.
• Kurt'a gelince o da bir simge idi. Fakat onun Türk destanlarında özel bir yeri vardır ve destanlar konusu işlenirken anlatılacaktır. Kurt çevikliği cesareti ataklığı yırtıcılığı kuvveti dolayısıyla bir simge idi. Çağlar boyunca yabancılar Türk askerlerini kurtlara benzetmişler bu benzetmeyi kendileri için Türkler de yapmışlardır: Orhun anıtlarındaki şu cümle de gösterir bunu: "Tanrı güç verdiği için babam kağanın askerleri börü (kurt) gibi düşman askeri koyun gibi imiş..."
Türklerin kurdu takdir ettiklerini savaşta ona benzemekle övündüklerini ama asıl gücü Tanrı'dan aldıklarını da anlatıyor bu cümle.
Eski Türklerin totemci olmadıkları artık kesin olarak ispatlanmıştır. Totemciliğin bir inanç sistemi olarak görünmesi için sosyal ve hukukî bazı şartların da olması gerekir. Totemci klan totem saydığı şeye tapar. Türkler ise kurt veya kuşa tapmaz. Totemci toplum ruhun ölmezliğine inanmaz eski Türkler için ruh ölümsüz idi. Totemci klanda ekonomi asalaktır avcılığa ve emek vermeden devşirilen bitkilere dayanır. Eski Türklerin ekonomisi hayvan besiciliğine çobanlığa ve tarıma dayanıyordu. Totemcilikte mülkiyet ortaklığı vardır eski Türklerde özel mülkiyet hukuku vardı.
Tarihî şartlar bazı Türk boylarının şamaniz-mi benimsemelerine sebep olmuştur ama samanlığın eski Türklerde geniş kitlenin asıl inancı ile bir ilgisi olmamıştır. Samanlık Moğol inancıdır. Yakın sayılacak bir tarihe kadar eski Türk inancının samanlık olduğu kabul ediliyordu. Fakat son zamanlarda Türklerden merhum İbrahim Kafesoğlu yabancılardan M.Eliade başta olmak üzere birçok tarihçi eski Türk inancının samanlıkla ilgisi olmadığını ispat etmişlerdir.
Türkçede din adamına verilen "kam" ismi ile Hint-iran kökenli bir kelime olan "şaman"ın aynı kökten sanılması uzun süre samanlığın Türk inanç sistemi arasında sayılması gibi bir yanılgıya sebep olmuştur. Samanlığın etkisi altında kalan Türkler meselâ Gök-Türkler onu bir din olmaktan ziyade bir sihir bir büyü gibi kabul etmişlerdi.
Eski Türkler nelere taparlardı
Peki şaman olmayan totemci olmayan eski Türklerin inancı ne idi?
Konu üzerinde derin araştırma yapan tarihçiler Türk inanç sistemini üç noktada topluyorlar. Şimdi bunlar üzerinde kısaca duralım:
• Tabiat kuvvetlerine inanma
Eski Türkler bazı coğrafya engebelerinin meselâ dağların yüksek kayaların su kaynaklarının ırmakların denizin ormanın demir kılıcın vb. gizli kuvvetleri olduğuna ruh taşıdıklarına inanırlardı. Onlara göre ay güneş gök gürlemesi ve şimşeğin de ruhları vardı. Bu ruhlar erkek ve kadın olabiliyordu. Erkek tanrıların yanındaki kadın tanrıya yani tanrıçaya "Umay" diyorlardı. Ruh taşıyan yer ve su kuvvetlerine genel olarak "Yer-Su"lar (Gök-Türkler 'Yer-Sub' Uygurlar 'Yer-Suv') diyor ve bunları kutlu sayıyorlardı. Bunlar yurt varlıkları oldukları için de kutsaldılar. Gök-Türk kitabelerinde adı geçen iduk yani kutsal yerler "İduk ötüken" ve "Tamıg İduk baş" yani Tamıg suyunun kutsal başı (kaynağı) sayılıyor.
"Yer-Su"lar inanılan kutlu varlıklar ruhlar idi ama maddî değil manevî güç idiler. Onun için bunların da heykelleri putları tapınakları yapılamazdı.
• Atalar kültü
Eski Türklerin ikinci inanç sistemi Atalar kültü idi. Türkler atalarına derin saygı gösterir onlar için büyük mezarlar yapar anıtlar yazılı taşlar dikerlerdi işte eski Türklerin bıraktıkları yapılar anıtlar bu mezarlardır ve bunlar Orhun Âbideleri'nden ibaret değildir. Esik kurganındaki Altın Elbiseli Adamın mezarı gibi daha nicelerinin olduğu anlaşılmıştır ve kazılar devam etmektedir.
Fakat eski Türkler ölen büyüklerini bütün değerli eşyaları altınları mücevherleri bindiği atların altın süslemeli koşumları ve hatta atları ile gömerler bunları kutsal sayar korurlardı. Mezarları açanın cezası ölümdü. Türk büyüklerinin mezarlarını soyan komşu devletlerle meselâ Moğollar ve Çinlilerle savaşırlardı. Bizans'ın Margos piskoposu Hun hükümdar ailesinin mezarını soymuş ve bu yüzden Attila Bizans'a savaş ilân etmişti.
• Gök-Tanrı
Türklerin asıl dini gerçekten taptıkları "Gök-Tanrı" idi. Bütün eski Türklerin ana kültü bu idi. Eski Türkler için Güneş Ay ve yıldızlar Tanrı değil sadece birer aziz idiler. Tanrı ise bütün gökyüzü idi ve bu tanrı yere ve göklere hâkimdi. Yedinci yüzyılda yaşamış ve eser bırakmış Bizanslı tarihçi Simokattes "Eski Türkler yalnız evrenin yaratıcısı olarak bildikleri ve tek ulu kudret olarak kabul ettikleri Gök Tann'ya tapınışlardır" diyor.
Gök-Tanrı evrenseldir. Şafağı söktüren bitkiye hayat veren insanlara canlarını bağışlayan dilediği zaman geri alan cezalandıran affeden odur. Yalvaranın ömrünü uzatır atlarını çoğaltır kuzunun yakarışını bile duyar. O her şeyi görür bilir ve iradesine karşı gelinmez. Türk milletinin başına kağanı o tayin eder. Kağana güç veren de odur.
Gökyüzü bir bütün ve tam olduğu tek ve mükemmel olduğu için inandıkları Tanrı'ya da "Gök Tanrı" diyen eski Türkler elbette onu belli boyutlar içinde tecessüm ettiremez put gibi küçültemez bütün gökyüzünü sığdıracakları tapınağı düşünemezlerdi. Onun içindir ki eski Türkler büyük tapınak yapmamış günümüze böyle bir yapı bırakmamışlardır. Ve yine bütün bunlar içindir ki Türkler İslâmiyetle karşılaşınca onu kolayca ve coşku ile benimsemişler bundan sonra en güzel ve muhteşem mâbedleri yapmışlardır.