PembeBere Çocuk Şarkıları

Hoş geldiniz!

Topluluğumuza Katılın..

Şimdi Kayıt Ol! Giriş yap

Destanlar Oğuz Kağan Destanı (4)

alemextra

Admin
Admin
Ayın En iyi Posteri
Katılım
30 Ara 2023
Mesajlar
9,493


14. OĞUZ KAĞAN DESTANININ EN ESKİ BÖLÜMLERİ
"Arabanın icâdı":
Göktürklerin türeyişleri ile ilgili efsanelerde ateş gibi insanlığa faydalı olan şeyleri icâd eden atalardan söz açılıyor ve bunlara büyük bir önem veriliyordu. Zaten ateş tuz araba v.s. gibi insanlığın gelişmesine yardım etmiş unsurlarla aletlerin icadları bütün dünya mitolojilerinde en eski ve öz kalıntılar olarak kabul edilmişlerdir.

Türklerin Kanglı boyu tarih boyunca büyük bir şöhret yapmış ve Türk kavimleri arasında önemli bir yer tutmuştu. İlk bakışta Kanglı sözü bir nevi bizim kağnı yani "kağnı arabası" deyimini andırıyordu. Bütün mitolojilerde olduğu gibi Türk Mitolojisinde de sözlerin dış görünüşlerine göre bazı benzeştirmeler yapılmıştır. Bu sebeple Oğuz Kağan destanında kağnı arabasının icâdından söz açılırken Kanglı boyu ile bir ilgi kurulmuştu. Uygur Türkçesi ile yazılan Oğuz destanında Kağnı'nın icâd edilişi şöyle anlatılıyordu:
Çürced Kağan'ı aldı halkıyla ulusunu

Yoketmek için geldi Oğuz-Han ulusunu.

Başgeldi Oğuz-Kağan basdı Çürced Hanı'nı

Ok ile kılıç ile döktü düşman kanını.

Oğuz öldürdü onu kesti hemen başını

Böldü ganimetleri tâbi kıldı halkını.

Oğuz'un askerleri beyleri bütün halkı

Düşmanda ne bulursa toplayıp hep tüm aldı.

Atlar ile öküzler katırlar az gelmişti.

Yığılmış yükler ise ta dağları geçmişti.

Oğuz'un bir eri vardı akıllı tecrübeli

Barmaklığı-Çosun-Billig yatkındı işe eli.

Bir kağnı arabası yapıp koydu içine

Oğuz'un bu ustası devam etti işine.

Kağnıyı çekmek için canlı öne koşuldu

Cansız alıntılar da üzerine konuldu.

Oğuz'un beyleriyle halkı şaştılar buna

Onlar da kağnı yaptı özenmişlerdi ona.

Kağnılar yürür iken derlerdi: "Kanğa! Kanğa!"

Bunun için de dendi artık bu halka "Kanğa".

Oğuz bunu görünce güldü kahkaha ile

Dedi: "- Cansızı çeksin canlılar Kanğa ile!"

"Adınız Kanğaluğ olsun belğeniz de araba!"

Bıraktı onları da gitti başka tarafa.

Oğuz Kağan Destanı
Oğuz-Kağan Mançurya Bölgesindeki kavimlere akın yaptığında çok mal elde etmiş; fakat bunları atlarla taşıyamamıştı. Bunun üzerine Oğuz-Kağan'ın akıllı beylerinden birisi bir araba yaparak malların hepsini arabalara doldurmuş ve Oğuz-Kağan'ın yurduna kadar taşımıştı.

Oğuz-Kağan böyle yeni bir icâdı görünce çok sevinmiş ve bu beyinin soyundan gelen boylara da "Kangalı" yani "Kağnılı" adını vermişti. Tabiî olarak bu nihayet bir efsane ile sözlerin benzeştirilmesinden başka bir şey değildi. Türkler çok eski çağlarda tekerlek ile arabayı icâd ederek kullanmışlardı.

Çok eski çağlarda herhalde "Kanglı" kavim adı da vardı. Fakat kendileri henüz daha ortada yok idiler. Çünkü Türk boyları zaman zaman çoğaldıkça bölünüyorlar ve eski adlar alarak yeniden ortaya çıkıyorlardı. M.S.V. yüzyılda Ortaasya tarihinde önemli bir rol oynayan bazı Türk kavimlerine Çinliler "Yüksek arabalı kavimler" adını veriyorlardı. Çinlilerin bunlara Yüksek arabalı" demelerinin sebebi herhalde onların arabalarının yüksek yani tekerleklerinin büyük olmasından ileri geliyordu.

Çin tarihleri kendilerine benzeyen kavimlerden ve eşyalardan söz açmazlardı. Öyle anlaşılıyor ki Türklerin bu arabaları Çin'de kullanılan arabalara nazaran çok daha büyük ve yüksek idiler. "Büyük tekerlekli arabalar birçok bakımlardan faydalı ve elverişli idiler". Çamurlu bölgelerde ve engebeli arazilerde büyük tekerlekli arabaları kullanmak daha kolay oluyordu. Eski Türkler çadırlarını yalnızca yere kurmaz aynı zamanda arabalar üzerine de oturturlardı.


Bu arabalar akınlarda da orduların peşinden ayrılmazlardı. Oğuz-Kağan destanında da görüldüğü gibi harbe giden Türk ordularının arkasından aileleri taşıyan arabalar ve kervanlar da yürürlerdi. Oğuz-Kağan destanına göre böyle ordu düzenleri yalnızca çok eski çağlarda görülüyordu. Bununla beraber daha sonraki çağlarda meselâ Göktürk ve hatta Cengiz-Han akınlarında bile hatunlar Hakanlar ile beylerin arkalarından gelirlerdi.

"Türkler ilk geminin yapılışı":

Oğuz-Han'ın bir beyi İtil yani Volga nehrini geçerken kendisine bir kayık yapmıştı. Bu kayık veya gemi sayesinde Oğuz-Han'ın orduları nehrin karşı kıyısına geçerek düşmanı mağlûp etmişlerdi. Kayığı icâd etme motifi de her halde Türk mitolojisinin en eski kalınıtılarından biri olsa gerektir. Eski Türkler denizci bir millet değillerdi.

Bununla beraber kendi ülkelerinde de birçok geniş nehirler ile göller bulunuyordu. Uygur türkçesi ile yazılmış Oğuz Kağan destanı Türklerin gemi veya salı icâd etmelerini şöyle anlatıyordu:

İdil adlı bu ırmak çok çok büyük bir suydu

Oğuz baktı bir suya bir de beylere sordu: "-

Bu İdil sularını nasıl geçeceğiz biz?"

Orduda bir bey vardı Oğuz Han'a çöktü diz.

Uluğ-Ordu-Beğ derler çok akıllı bir erdi

Bu yönde Oğuz Han'a yerince akıl verdi.

Baktı ki yerde bu beğ çok ağaç var çok da dal

Kesti biçti dalları kendine yaptı bir Sal.

Ağaç sala yatarak geçti İdil nehrini

Çok sevindi Oğuz-Han buyurdu şu emrini:

"- Kalıver sen burada halkına oluver bey!

"Ben dedim öyle olsun densin sana Kıpçak-Beğ!"

Tabiî olarak diğer Oğuz destanlarında Kıpçak-Beğ'in doğuşu ve bey oluşu daha başka türlü anlatılmaktadır.

"Dünyamıza soğuk rüzgârlar gönderen 'Buz-Dağı' motifi Oğuz destanında da görülüyordu":

Karluk Türklerinin meydana gelişleri ile ilgili bölüm de bazı önemli meselelerle karşılaşıyoruz. Uygur türkçesi ile yazılmış Oğuz destanında Karluk Türklerinin ortaya çıkışları şöyle anlatılıyordu:

Oğuz-Kağan baktı ki erkek kurt önler gider

Ordunun öncüleri Gökkurt'u gözler gider

Görünce Oğuz bunu ne çok sevinmiş idi

Alaca aygırını çabucak binmiş idi.

Apalaca aygırı Oğuz severdi özden

Ama at dağa kaçtı kaybolup gitti gözden

Bu dağ buzlarla kaplı çok büyük bir dağ idi

Soğuğun şiddetinden başı da ap ağ idi.

Çok cesur çok alp bir bey ordu içinde vardı

Ne Tanrı ne Şeytandan korku içinde vardı.

Ne yorgunluk ne soğuk erişmez idi ona

Bu bey dağlara girdi dokuz gün erdi sona.

Aygırı yakaladı memnun etti Oğuz'u

Atamadı üstünden dağlardaki soğuğu.

Olmuştu kardan adam kar ile sarılmıştı

Oğuz onu görünce gülerek katılmıştı.

Dedi: "Baş ol beylere artık sende burda kal!

"Sana Karluk diyeyim ölümsüz adını al!

Çok mücevher çok altın hediye etti ona

Bir bey yaptı Karluk'u devam etti yoluna.

Eski Türk Kağanlarının atları büyük bir önem taşırlardı. Türk tarihinde 60 veya 100 kilometre koşan Mete'nin atı gibi efsanelemiş birçok atlara da rastlıyoruz. Elbette ki Oğuz-Kağan kaçak atını orada bırakıp gidemezdi. Ama o nasıl bir attı ki buzlarla örtülü büyük bir dağ içine kaçmış ve peşindekileri de günlerce uğraştırmıştı.

Onu yakalayıp getiren insanlar bile baştan aşağıya kadar kardan bir adama dönmüşlerdi. Oğuz-Kağan destanlarında bu dağa "Muz-Tak" yani "Buz-Dağı" adı veriliyordu. Atı dağda bulup getiren bey de kardan bir adam şekline girdiği için Oğuz Kağan tarafından "Karluk yani Karlık" adı ile adlandırılmıştı.

Sonraki güçlü ve şöhretli Karluk kabileleri bu adamın soyundan geleceklerdi. Eski Altay efsanelerine bir göz attığımız zaman da böyle Buz dağlarını Türk Mitolojisi içinde görebiliyoruz. Altay Türklerine göre Kuzeyden esen soğuk ve buzlu rüzgârlarının geldikleri bir dağ vardı. Altay Türkleri soğuk kuzey rüzgârlarının "Muz-Tak"adlı buzlarla kaplı bir "Buz-Dağı" ndan geldiğine inanıyorlardı. Bu Buz Dağı dünyanın kuzeyini baştan başa kaplamıştı.

Buz dağının üzerinde de yine "Buz" adı ile adlandırılan büyük devler yaşıyorlardı. İlk bakışta Altay efsanelerindeki Buz Dağı motifleri Himalaya dağları ile kar adamları efsaneleri hatırlatır gibi idiler. Ama Türk Mitolojisindeki Buz Dağları herhalde yerli olarak Türklerin zihinlerinden doğmuş ve nihayet insan düşüncesinin bir gereği gibi oluşmuş ve gelişmiş olmalıydılar.

Bunları söylemekle Oğuz-Kağan destanındaki "Buz-Dağ" ın Altay efsanelerindeki Buz-Dağı ile aynı olduğunu ifade etmek istemiyoruz. Gerçi daha sonraki "Boz-Ok" Oğuzlarının yurtlarında da "Buz-Dağ" adını taşıyan bazı dağlar vardı. Ama mitoloji incelemeleri yapan bir kimsenin diğer efsaneleri de gözönünde tutarak karşılaştırmalar yapması zorunlu görünmelidir. Eski Oğuz yurdunda da Buz-Dağları olabilirdi. Fakat bu dağlar ne de olsa insanların zihinlerinde efsaneleşmiş ve gerçek mahiyetlerini kaybetmişlerdi.

15. OĞUZ DESTANINDA "KÖPEK BAŞLI" İNSANLAR

Oğuz Kağan destanlarının önemli bir bölümü de "Köpek başlı insanlar"ın ülkelerine yapılan akınlardı. Türkler bu kavimlere "İt-Barak" adı veriyorlardı. "İt" sözü eski Türklerde de köpek anlamına geliyordu. "Barak da bir nevi köpekdi". Bazılarına göre "Siyah ve tüylü bir köpek cinsi" idi. Fakat bu köpek de herhalde başlangıçlarda efsanevi bir köpek olmalı idi.

Oğuz Kağan destanlarına göre "İt Barak'ların memleketi kuzey-batıya doğru uzanan karanlık ülkeleri içindeydi. Oğuz-Han 'İt-Barak' lara karşı bir akın yapmış; fakat mağlûp olarak dağlar arasındaki bir nehrin ortasında bulunan küçük bir adacığa sığınmak zorunda kalmıştı. Bu adacıkta savaşta ölen askerlerinden birinin karısı da bir çocuk doğurmak zorunda kalmıştı.

Fakat buraya sığınan Oğuz Han'ın ne bir çadırı ve ne de bir evi vardı. Kadın ağaç koğuğuna girmiş ve orada çocuğunu doğurmak zorunda kalmıştı. Oğuz-Kağan kadının esenlikle doğum yapmasına sevinmiş ve çocuğa da Kıpçak adını vermişti". Eski Türk efsanelerine göre "Kıpçak" sözü "ağaç koğuğu" anlamına geliyordu.

Bildiğimiz üzere "Kıpçak" lar Altay dağlarının batısından ta Güney Rusya içlerine kadar uzanan büyük Türk kitleleri idiler. Herhalde Kıpçak sözü de çok eski çağlardan beri meydana gelmiş bir kavim adı olmalıydı. Fakat Türk destanlarını yazanlar Kıpçak'la "ağaç koğuğu" arasında bir benzerlik bulmuşlar ve bu yolla Kıpçak Türklerinin türeyişlerini anlatmak istemişlerdi.

Az önce de söylediğimiz gibi "Oğuz-Kağan ikinci karısını bir göl ortasında bulunan küçük bir adacıktaki ağaç koğuğunda bulmuştu". Uygurların türeyiş efsanesinde de "Eski Uygur ataları iki nehir ortasında bulunan bir odacıktaki kayın ağacından" doğmuşlardı. Bu örneklerden de kolayca anlaşılıyor ki bir tarih olayı gibi gösterilen bu akınlarda Türk mitolojisinin çok eski ve müşterek motifleri sık sık görülebiliyorlardı:

Türkler "Barak" derlerdi Kara tüylü köpeğe

Böyle ad verirlerdi büyük soylu köpeğe.

Aslında efsaneler bir köpek anarlardı.

Onu da köpeklerin atası sayarlardı.

Bu köpek soylu idi çok büyük boylu idi

Av çoban köpekleri hep onun oğlu idi.

Kuzey-batı Asya'da güya "İt-Barak" vardı

Türklerse İç Asya'da onlara uzaklardı.

Başları köpek imiş vücutları insanmış

Renkleriyse karaymış sanki Kara Şeytanmış.

Kadınları güzelmiş Türklerden kaçmaz imiş

İlâç sürünürlermiş ok mızrak batmaz imiş.

Destanda denilmiş ki Oğuz-Han yenilmişti

Bir adaya sığınıp toplanıp derilmişti.

On yedi sene sonra Oğuz onları yendi.

Kadınlar yardım etti orada savaş dindi.

Oğuz bu bölgeleri "Kıpçak-Beğ" e il verdi

Bunun için Türkler de oraya "Kıpçak" derdi.

Gerçi bu efsane idi. Fakat içinde tarih olayları da yatmaktaydı. Öyle anlaşılıyor ki bu bölgedeki güzel kadınları Türkler almışlar ve onlardan da yeni bir nesil meydana getirmişlerdi. Belik Kıpçağın annesi de güzel bir İt-Barak kadınından başka bir kimse değildi. Sonradan Kıpçak Oğuz-Kağan tarafından bu bölgelere tayin edilmiş ve kuzey ülkeleri hep onun soyları tarafında idare edilmişti.

"Kıpçak'lar da türkçe konuşuyorlar ve Türk kültürüne sahip idiler". Fakat Oğuz destanı Kıpçağı Oğuz-Han'ın soyundan değil nihayet askerlerinden birisinin neslinden getiriyordu. Kıpçak kuzeylere gitmiş orada soyları türemiş ve yerlilerle karışarak yeni akraba. Bir Türk kavmi meydana getirmişti.

"Köpekbaşlı insanlara Avrupa ve Hint mitoloilerinde de rastlanıyordu". Eski Yunan mitolojisinde de köpek başlı insanlarla ilgili birçok efsanelere rastlıyoruz. Daha sonraki Avrupa mitoloji de köpek başlı insanlara zaman zaman yer vermişti. Avrupalılar bu köpek başlı kavme "Borus" adını veriyor ve onların bugünkü Finlandiya ile Rusya'nın kuzey kısımlarında yaşadıklarını söylüyorlardı.

Oğuz-Kağan destanındaki "İt-Barak" lar da aşağı yukarı aynı bölgelerde idiler. Bu bakımdan Avrupa ve Yunan Mitolojisi ile Türk Mitolojisi arasında bir benzerlik ve bir bağ meydana gelmektedir. Köpek başlı insanlar motifi herhalde Türkler arasına dışarıdan gelmiş bir efsane olmalı idi. Fakat Türkler köpeğe önem vermezlerdi.

Köpek Türklere göre aşağı bir hayvandı bunun için de Türk Mitolojisi köpek başlı insanları daima küçük görmüştü. Köpek başlı insanlarla ilgili efsaneleri Hindistan'da ve güney bölgelerinde de görüyoruz. Hint Mitolojisi zaman zaman köpeğe daha fazla önem vermişti. Bu sebeple Hindistan'daki köpek başlı insanlar aşağı bir sınıfı değil; soylu Hintlileri temsil ediyorlardı.

Motifin eski Yunan'da ve Avrupa'da görülmüş olmasına rağmen Türklerde de bunların benzer şekillerini görmüyor değiliz. Meselâ Doğu Göktürk devletinin önemli bir bölümünü meydana getiren. Tarduş Türklerinin ataları da "Başı kurt ve vücudu insan olan" bir kimse idi. " Köpek başlı insanlara Çin efsanelerinde de büyük bir yer verilmişti.

Çin'in kuzeyinde ve Mançurya'da oturan bazı kavimler Çinlilere göre köpek başlı idiler. Bu efsaneler Çin'de çok daha eski çağlarda başlamıştı. Hatta diyebiliriz ki Çin'in köpek bağlı efsaneleri Yunanistan'daki efsanelere nazaran daha eski idiler". Mançurya'nın kuzeyinde oturan iptidaî Moğollar köpeğe büyük bir önem verirlerdi.

Onlarca köpek hem kutsal ve hem de kendi milletlerinin atası idi. Bu sebeple Oğuz-Kağan destanına köpek başlı insanlar motifinin Çin'den mi yoksa Avrupa'dan mı geldiğini kolayca kestirmek mümkün olamamaktadır. Cengiz-Han devrinde yazılmış olan Oğuz destanları daha çok Batı ile ilgileri olan yazarlar tarafından kaleme alınmışlardı. Bu sebeple Oğuz destanlarında köpek başlı insanlar Kuzey Rusya ile Finlandiya'da gösteriliyorlardı. Elimizde bu konu ile ilgili daha eski kaynaklarımız maalesef yoktur. Buna rağmen eski Türk destanlarında güya Kuzey Mançurya'da yaşayan "Köpek başlı" insanlardan da söz açılıyordu.
 
Son düzenleme:

Konuyu görüntüleyenler

Geri
Üst
Yasal Uyarı Görmek İçin Tıkla