Sayfa 2 Toplam 2 Sayfadan BirinciBirinci 12
Toplam 9 adet sonuctan sayfa basi 6 ile 9 arasi kadar sonuc gösteriliyor

 

 

 

Konu: Anne Güvercin Masalı

  1. #1
    Serdar50 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Durum: Serdar50 âíå ôîğóìà
    Üyelik tarihi : 07.Ocak.2010
    Mesajlar : 54
    Tecrübe Puanı : 0
    Array

     


    Post Anne Güvercin Masalı

    images/yorumlarinizi.png



    Güzel bir yaz günüydü. Batur elinde sapan evlerinin yakınındaki ağaçlıkta kuş avına çıkmıştı. Gözleri radar gibi dikkatle çevreyi tarıyordu. Birden arkasında bir ses duydu: ’Vurma kuşları.’ Döndü baktı. Seslenen yabancı değildi. Mahalle arkadaşı Sarper’di: “ Ne istersin şu küçük yaratıklardan bilmem ki? Ne zararı var onların sana? Bırak ötsünler uçsunlar kanat çırpsınlar. “ Batur: “ Sarper yine mi sen? Bu kaçıncı? İşime karışma demedim mi ben sana? Bak kuşları ürküttün kaçıp gittiler. Kuş vurmak yasak mı yani? “ Sarper: “ Yasak tabii. Şu sıralar kuş yavrularının büyüme zamanı. Batur: “ Amma yaptın ha.. Yasakmış.. Yasaksa yasak. Kim bilecek benim kuş vurduğumu? Çevrede bir yığın kuş var. Bir kuş vursam kuş kıtlığına kıran girmez ya kuş nesli tükenmez ya. Bana bak Sarper sen iyi bir arkadaşsın fakat şu kuş işine karışma “ dedi ve ses çıkarmamaya dikkat ederek usul usul ilerlemeye başladı. Yirmi metre kadar gittikten sonra bir ağacın altında durdu. Sapanını yukarıya doğru kaldırdı. İyice nişan aldıktan sonra sapanındaki taşı fırlattı. Taş hedefini bulmuştu. Kuş yere düşerken aynı anda havalanan bir başka kuşun kanat sesleri duyuldu. Batur az ötesinde yere düşen kuşu aldı. Kuş can çekişmekteydi. Hemen kuşun kafasını kopardı. Kendisine doğru yürümekte olan Sarper’e dönerek: “ Nasıldım ama? Tek atışta hedef on ikiden. Tık kafa gitti. Tüylerini yoldum mu küçük bir ateş yakarım. Cız bız. Sonra deyme keyfime “ dedi.

    Arkadaşının sözlerine aldırış etmemesine içerleyen Sarper: “ Ne desem ne söylesem boşuna. Başkalarının senden daha iyi düşünebileceğini hiçbir zaman kabul etmezsin zaten. Vurduğun bir yabani güvercin yavrusu. Yirmi gram et ya çıkar ya çıkmaz. Hem düşünmediğin bir şey var. Bu yere düşerken kanat sesleri duymuştuk. Herhalde anne güvercindi uçan. Yabani güvercinler bildiğim kadarıyla kin tutarlar. Yavrusunu vurmakla hiç iyi yapmadın “ dedikten sonra geriye dönerek hızlı adımlarla oradan uzaklaştı. Batur daha sonra ağaçlığın kenarında küçük bir ateş yaktı. Buraya gelirken yavru güvercinin tüylerini yolmuş ve iç organlarını temizlemişti. Kuşu pişirmeye başladı. Fakat arka tarafındaki ağaçlardan birinde üzgün ve yaşlı bir çift gözün kendisini izlediğinin farkında bile değildi.

    Anne güvercin bir taraftan yavrusunu vuran çocuğu seyrederken bir taraftan da düşünüyordu: “ Aslında elinde sapanla bir çocuğun bize doğru yaklaştığını görmesek duymasak bile hissederiz. Fakat biz kuşlar ağaç dalları üzerinde otururken dalar gideriz. Geçmişi düşünürüz. Hatıralar gözlerimiz önünde canlanır. Doğrularımız yanlışlarımız aklımıza gelir. Çoğu zaman da hayaller kurarız. Bunlar genellikle tadını damağımızda hissedeceğimiz hayallerdir. Yani gerçek olmasını istediğimiz. İşte bu gibi durumlarda bir sapanın veya bir tüfeğin bize doğru nişanlandığını görmemiz yahut yaklaşan birinin hışırtısını ayak seslerini duymamız mümkün değildir. Biricik yavruma uçmayı öğretiyordum. Yavrum çok yorulmuştu. Bir ağacın dalına konduk dinleniyorduk. Etraftaki ağaçlar kuş doluydu ve sanırım çoğu da benim gibi hayallere dalmıştı. Küt diye bir ses duydum ve yavrumun feryadı ile kendime geldim. Baktım yavrum vurulmuş düşüyordu. Kanatlarımı çırptım ve uçtum. Havada geniş bir daire çizdikten sonra olayın olduğu yere döndüm. Çevrede kuş yoktu hepsi kaçıp gitmişlerdi. Olayın nasıl olduğunu kuşlardan sorar öğrenirim. Neyse bırakayım şimdi bunları düşünmeyi. Yavrumu vuran çocuk kalktı gidiyor. Gözden kaybetmeden takip edeyim şunu. Evinin nerede olduğunu öğrenirim hiç olmazsa. “

    Batur yolda gördüğü bir arkadaşıyla konuştuktan sonra oturdukları apartmanın kapısından içeriye girdi. Oturdukları daire 4. kattaydı. Anne güvercin karşı sokaktaki bir apartmanın çatısında saatlerce bekledi. Akşam olunca odaların salonların ışıkları yanmaya başladı. Yavrusunu vuran çocuğun girdiği binanın oda ve salonlarını kontrol etmeye başladı. Örtülmeyen veya aralık bırakılan perdelerin arkasından içeri bakıyordu. 4. kattaki balkonun korkuluk demirlerinin üzerine kondu. Şöyle bir etrafına bakındı bir tehlike var mı diye. Sonra ağır ağır başını pencere tarafına doğru çevirdi. Perdesi kapatılmamış pencereden içerisi rahatlıkla görünüyordu. Ve onu gördü…tam karşıda oturmuş yanındaki birkaç kişiye bir şeyler anlatıyordu. El-kol hareketleri yapıyor kahkahalarla gülüyor etrafındakileri güldürüyordu. Onun son derece neşeli hali içini sızlattı. Bu sahneyi daha fazla görmeye dayanamadı kanatlarını çırptı ve simsiyah gökyüzüne doğru uçup gitti. Daha sonraki günlerde Batur evlerinin yakınındaki ağaçlıkta sık sık kuş avına çıktı. Fakat hayret!..Her zaman pek çok kuşun bulunduğu bu ağaçlıkta bir tek kuşa rastlayamıyordu.

    Batur yine bir gün elinde sapanıyla buraya geldi. Çevreden çıt çıkmıyordu etrafta hiç kuş yoktu. Tam yavru güvercini vurduğu ağacın altına gelmişti ki aniden kanat sesleri duydu. Şaşırmıştı. Üzerine doğru dalışa geçen kuşu son anda fark etti. Elleriyle yüzünü kapatması onu yaralanmaktan kurtardı. Kuş çığlıklar atarak hemen ikinci defa saldırıya geçti. Bu saldırı birincisinden çok daha şiddetli oldu. Kuşun kanat vuruşları birer tokat gibi yüzüne gelen Batur sırtüstü yere yuvarlanırken eliyle kuşa sert bir darbe indirdi. Kuşun ilerideki çalılıkların arasına düştüğünü gören Batur arkasına bile bakmadan kaçıp gitti. Batur o gece hiç uyuyamadı. Yatağında devamlı olarak bir o yana bir bu yana döndü durdu. Sabaha karşı şafak sökerken o kuşun kim olduğunu ve kendisine neden saldırdığını anlamıştı. O kuş birkaç gün önce vurduğu yavru güvercinin annesiydi. Demek ki anne güvercin yavrusunu vuranı unutmamış devamlı olarak takip etmişti. Kuş vurmak için ağaçlığa gelirken orada bulunan kuşların kaçıp gitmesini sağlamıştı. Bu birkaç gündür ağaçlıkta hiç kuş görememesinin nedenini ortaya çıkarıyordu. Korkunç bir takip altındaydı. Eğer kuş vurmaya devam ederse anne güvercinin felaketine neden olacağını anladı. Zararın neresinden dönülürse kardı. Bir daha kuş avına çıkmazsam anne güvercin belki peşimi bırakır diye düşündü. Zaten sapanını anne güvercin ile boğuşurken düşürmüştü. Bundan sonra kuş vurmayacağına söz verdi.

    Anne güvercin ise Batur ile yaptığı mücadeleden sonra yerde bulduğu sapanı gagasının arasına kıstırıp uçup gitmiş uzaklara çok uzaklara kimsenin onu bulup bir daha kuş vurmasına imkân bulamayacağı kadar uzaklara giderek oralarda bulduğu bir çukura sapanı atmış ve üzerine toprak yaprak ne bulduysa doldurarak gömmüştü. Anne güvercin daha sonraki günlerde ağaçlığın kenarında nöbet tutmaya devam etti. Birisi buraya gelmeye kalksa hemen ağaçlar üzerinde dinlenen uyuklayan veya hayal kurmakta olan kuşları uyaracak ve bu ağaçlıkta kimsenin kuş vurmasına izin vermeyecekti. Böylece aradan haftalar geçti. Sonbaharın gelmesiyle havalar soğumaya başladı. Bütün göçmen kuşlar gibi anne güvercin de grubuyla birlikte kışı geçirmek için sıcak ülkelere göç etti. Ertesi yıl nisan ayında anne güvercin grubuyla birlikte tekrar bu ağaçlığa geldi. Günler çok sakin ve olaysız geçiyordu. Anne güvercin fırsattan istifade ederek üç tane yumurta yumurtladı. Bu yumurtaların üzerinde günlerce kuluçkaya yattı. Sonunda yumurtalar çatladı ve üç tane minimini yavru sahibi oldu. Yaz mevsimi boyunca yavrularını büyüttü onlara uçmayı öğretti. Hayatta kendilerine yönelebilecek tehlikelere karşı daima uyanık durumda bulunmayı öğütledi. Batur verdiği sözü tuttu. Bir daha onu kuş vururken gören olmadı.


    Yazan: Serdar Yıldırım

    ------------------------

  2. #6
    Serdar50 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Durum: Serdar50 âíå ôîğóìà
    Üyelik tarihi : 07.Ocak.2010
    Mesajlar : 54
    Tecrübe Puanı : 0
    Array

     

    images/yorumlarinizi.png
    SAKARYA İLE FOKS
    Masal masal içinde hikaye masal içinde neden hikaye masal içinde hikaye çıksa ya masalın içinden. Sen istedin ya işte hikaye çıktı masalın içinden.
    Günün birinde yağan yağmurlar sonucu Ankara yakınlarındaki bir dere taşar. O bölgede bir çiftlik vardır. Sel çiftliği sürükler götürür. Bir at ve bir köpek yakındaki bir tepeye çıkarak kurtulur. Atın adı Sakarya köpeğin adı Foks'tur. Su seviyesinin yükselmesi durunca Foks Sakarya'ya şöyle bir soru sorar: " Sakarya sence bu sel niye geldi? "
    Sakarya başını iki yana sallar ve temkinli konuşur: " Bence bir şey yok ama insanlar ağaçları keser ve doğanın çoraklaşması için çöl olması için gayret gösterirlerse sonucuna katlanmaları gerekir. Her kesilen ağaç fazladan bir su demektir. Bak o bir su çiftliği söktü götürdü. Bin ağaç kesilse bin tane çiftlik demektir. Kaç tane çiftlik arkadaşımızı selin götürdüğünü var git sen hesap et. Bu tepeden başka yakında sığınacak yer yok bilmiş olasın. "

    Foks: " Tavuklar horozlar atlar keçiler koyunlar. Bu selde boğuldular. Geriye ne kaldı? Bir ben Foks bir sen Sakarya. Belki sağda solda selden canını kurtarmış olanlar vardır. "
    " Vardır veya yoktur. Bunu sel çekilince göreceğiz. Demek ki doğa şartları uygun bulursa acımasız oluyormuş. "
    " Ne demezsin? Bu sel çekilirse yakın bir zamanda yine sel gelir mi? "
    " Yakın bir zamanda değil ama uzak bir zamanda sel gelebilir. Alıp götürecek bir şey bırakmadı."

    Sakarya ile Foks ertesi güne kadar o tepede beklediler. Nihayet sel çekildi. Aşağı indiler. Çiftliğin olduğu yerde diz boyu çamur vardı. Birkaç tahta parçası ve bir dal yığını. Onlar daha sonra Ankara'ya doğru kararlı adımlarla yürüdüler. Hedefleri Çankaya Köşkü'ydü. Mustafa Kemal Paşa şimdi orada olmalıydı.

    Atın adı Sakarya. Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı sırasında bindiği at. Kurtuluş Savaşı kahramanlarından. Pek çok şehirde gördüğümüz Atatürk heykellerinin koreografisinde yer alan at Sakarya'dır. Foks. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra yıllarca Atatürk'ün yanında olan köpek. Atatürk Çankaya Köşkü'nde geceleri uyurken yatak odasının kapısında nöbet bekleyen Foks'tur. Bu bekleyiş yıllarca sürer ve Foks geceleri gözünü kırpmaz aman O'na bir zarar gelecek endişesi taşıdığından.

    Bu ikisi kısa bir zaman dilimi için Atatürk'ten ayrı kalmışlardı çünkü bir süreliğine hava değişimi için Ankara dışına çıkarılmışlardı. Hayatın bazı gerçeklerinin farkına vardıktan sonra hayat kalitelerinin ne derece çöküntü içine girebileceğini görüp yuvaya Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu eşsiz asker ve büyük devlet adamı Atatürk'ün yanına dönüyorlardı. Onlar şimdi yeniden dünyaya gelmiş gibiydiler.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

  3. #7
    Serdar50 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Durum: Serdar50 âíå ôîğóìà
    Üyelik tarihi : 07.Ocak.2010
    Mesajlar : 54
    Tecrübe Puanı : 0
    Array

     

    images/yorumlarinizi.png
    ULUDAĞ TARZANI AHMET
    Bursa Hayvanat Bahçesi'nde çalışmakta olan Kemal dürbünüyle Uludağ'ı gözlemliyordu. Kemal birden irkildi. Gördüğüne inanamadı. Ağaçlar arasında bir boşluk vardı ve orada ağaç yoktu. Halbuki geçen gün orası ağaç doluydu. Dürbününü sağa doğru kaydırdı. Birtakım adamlar ellerinde baltaları ağaç kesiyordu. Yutkundu. Sağ yumruğunu salladı: " Benim adım Kemal ben size orada ağaç kestirmem " diye söylendi. Yan taraftaki tel örgülerin arkasında duran arkadaşı Hayri'ye seslendi: " Hayri Uludağ'da ağaçları kesiyorlar. Fırla koş Uludağ Tarzanı Ahmet'e git. Tarzan bu kesimi engeller. "
    Hayri: " Bunlar bir fidan dikmişler mi ağaçları kesiyorlar? İnsan olmanın erdemine ulaşamamışlar sanırım. Geri zekalılar " dedi ve tel örgülerin üstünden atladı. Hedefi Uludağ'dı ve Tarzan'ı bulmalıydı. Tarzan bu işin üstesinden gelirdi.
    Hayri Tarzan'ı buldu. Olanları öğrenen Tarzan çok kızdı ve şunları söyledi: " Dededen babadan kalan ağaçları sen de çocuğuna torununa ulaştır. Ağaçlar kesilirse soluduğumuz hava kirli olur ve çeşitli hastalıklara yakalanırız. Ağaçları kesmeyip korumak lazım. Boş arazilere fidan dikmemiz gerekir. "

    Tarzan şimşek hızıyla harekete geçti ve ağaç katliamına dur dedi. Toprağa bağımlı yaşayan kaçamayan kendini kollayamayan var olmaktaki amaçları canlılara yaşam sunmak olan ağaçlar sevindiler. Nihayet onlara arka çıkan biri olmuştu. Tarzan'ın gelmesiyle ağaç kesmeyi bırakıp baltalarını yere atan adamlardan biri şöyle dedi: " Tarzan bu bizim ekmek kapımız. Ne kadar çok ağaç kesersek o kadar çok para kazanıyoruz. "
    Bir başkası ise şöyle dedi: " Ya bırak Tarzan kırp gözünü görmezden gel. Görmezsen bizi görürüz seni. Şu yüz lirayı al bozdur bozdur harca. "
    Tarzan: " Arkadaşlar öncelikle bu sizin ekmek kapınız değil. Gücünüz kuvvetiniz yerinde. Gidin başka iş bulun. Şu yaptığınız iş sayılmaz kazandığınızın bereketi olmaz. Yer yer doymazsınız hiç bir zaman mutlu olmazsınız. Bir ağaç kesen bir baş keser o ağacı kesen el taş kesilir. "

    Uludağ Tarzanı Ahmet'in gür sesi ve kararlı konuşması başları öne eğdirdi. Zaten ağaç kesen adamlar inanmadıkları şeyler söylüyorlardı. Tam gidiyorlardı ki onları buraya getiren bir ağacın gölgesine sığınıp orada yatmakta olan ve duyduğu konuşmalar üzerine kalkıp gelen Hasan Ağa: " Selam Tarzan ben Hasan Ağa'yım. İsteyerek konuşmalarınızı duydum. Biraz üzüldüm biraz sevindim. Üzüldüm keşke gelmeseydin ve kesebildiğimiz kadar ağaç kesip gitseydik. Sevindim senin gelmen iyi oldu. Nice zamandır Bursa'dan bu ormanlara bakar ve iç geçirirdim. Şu ağaçları kessem de küpümü doldursam diye düşünürdüm. Uludağ Tarzanı Ahmet derlerdi o ağaçları ormanları korur. Senin korkundan buraya çıkamamıştım. Bugün bir cesaret bulup geldim ve epey ağaç kestirdim. Demin yüz dedilerdi az dediler. Sen karanlığa kadar izin ver al şu bin lirayı harca ye iç. Bana bir ay izin versen Uludağ'da kesilmedik ağaç bırakmam. "

    Bunun üzerine Tarzan: " Bana bak Hasan Ağa ayaklarının dibine bıraktığın ve benim eğilip almamı beklediğin o parayı al cebine sok. Değil Uludağ burada bulunan bir ağaç için milyon versen fikrimi değiştirmem. Senin bundan sonra ağaç kesmene izin vermem. Parayla satın alınan insanlar vardır ama dünyadaki bütün paraları toplayıp gelsen ben satılık değilim. "

    Tarzan'ın sözleri karşısında Hasan Ağa insanlığından utandı. Başını önüne eğdi ve iki damla gözyaşı göz pınarlarından süzüldü. Param çok olsa dünyayı satın alırım derken işte gelmiş Tarzan'a toslamıştı. İşçilerine gündeliklerini ödeyip evlerine yolladı. Derin bir çukur kazıp baltaları gömdü. Kestirdiği ağaçlardan özür diledi. Tarzan'dan izin alıp ağaçları korumak için Uludağ'ın batı tarafına yöneldi. Yaşam zincirini kırmış kimliğini değiştirmişti. Artık Hasan Ağa yoktu Tarzan Hasan vardı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

  4. #8
    Serdar50 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Durum: Serdar50 âíå ôîğóìà
    Üyelik tarihi : 07.Ocak.2010
    Mesajlar : 54
    Tecrübe Puanı : 0
    Array

     

    images/yorumlarinizi.png
    FUTBOLCU AYKA
    Ayka küçük bir çocuktu. Çok seviyordu Ayka futbol oynamayı top peşinde koşmayı. Ayka’nın maçını seyreden bir yabancı sekiz – on çocuk arasında Ayka’yı fark ederdi. O maç süresince durmaz devamlı koşar forvet oynamasına karşın gol atmak kadar gol yememenin maç kazanmaktaki önemini bilir ve defanstaki arkadaşlarına yardıma gelirdi. Ayka gerçekten iyi bir golcüydü. Rakip ceza sahası içinde yakaladığı topları gole çevirirdi. Bir maçta üç – dört gol atmak Ayka için sıradan bir olaydı. Arkadaşları arasında yaptıkları maçlarda Ayka başı önde sahadan ayrılmamıştı. Ayka büyüdükçe aralarında yaptıkları maçları yeterli görmemeye başladı. Şehrin diğer mahallelerinde bulunan çocuklarla da maç yapmalıydı. Ancak bu şekilde futbolunu ilerletebileceğini düşünüyordu. Büyüdüğü zaman iyi bir futbolcu olmak istiyordu. Ayka'nın önerisi üstüne Çelikspor kuruldu.

    Çelikspor ilk maçında takımda birlik olmaması ve oyuncuların gol atma sevdası yüzünden ilk devreyi 2 – 0 yenik kapadı. Devre arasında arkadaşları birbirini suçlarken Ayka biraz ötede yere oturmuş onları kızgın bir vaziyette izliyordu. İkinci devre takımın arka sırasında sahaya çıkan Ayka kararını çoktan vermişti. Kesinlikle ileri gitmeyecek defansın en gerideki oyuncusu olarak oynayacaktı. İkinci devre Çelikspor’un yoğun baskısı altında başladı. Sağdan – soldan ataklar Çelikspor’dan geliyordu. Bu ataklar bir sonuca bağlanamıyor gol olmuyordu. Ayka rakip takımın geliştirdiği ataklarda iki – üç rakip oyuncuyla mücadele ediyor takımı bir gol daha yemesin diye gücünün sınırlarını sonuna kadar zorluyordu.
    İkinci devrenin ortalarına doğru orta sahada boş bir top yakalayan Ayka sağa doğru yöneldi. Önüne çıkan iki oyuncuyu geçtikten sonra korner direği yakınlarından topu kaleye ortaladı. Topu takip eden Çelikspor kaptanı kafa vuruşuyla ilk golü attı. Çelikspor’ lu oyuncular kaptanlarını sevinçle kucakladılar. Gollük ortayı Ayka’nın yaptığının hiçbiri farkında değildi. Ayka’ya dönüp bakan yoktu. Ayka gidip kaptanı tebrik etmedi defanstaki görevine döndü. Maçın son dakikalarında Çelikspor bir gol attı ve maç 2 -2 berabere sona erdi.

    Çelikspor bir hafta sonra ikinci maçını oynamak için sahaya çıktı. Ayka listede forvet yazılmasına karşın maç başladıktan bir – iki dakika sonra defansa döndü. Nasılsa arkadaşları bir gol atarlar ve maçtan galip ayrılırlardı. Çelikspor rakip takımdan daha atak oynuyor fakat dakikalar geçtikçe beklenen gol bir türlü gelmiyordu. İlk devre 0 – 0 sona erdi. İkinci devre Çelikspor ataklarını sıklaştırdı. Orta sahada topla buluşan Ayka topu sürmeye başladı. Üstüne gelmiyorlardı. Oyunun başından beri defansta oynadığı için dikkati çekmemişti. Ayka kaleye doğru yaklaştı. İki oyuncunun arasından sıyrıldı. Artık kaleciyle karşı karşıyaydı. Ayka sert bir şutla ilk golü attı. Golden sonra arkadaşları Ayka’yı tebrik ettiler. Daha sonra Ayka ileriye dönük oynamaya başladı. Bu Çelikspor’a canlılık getirmişti. Sonraki dakikalarda iki gol atan Çelikspor sahadan 3 – 0 galip ayrıldı.

    Ayka sonraki maçlarda forvette oynadı pek çok gol attı. Geçen zamanla birlikte Ayka büyüyor gelişiyordu. Bir gün takım kaptanı İsmail İnegölspor genç takımından teklif aldığını Çelikspor’dan ayrılacağını söyledi ve arkadaşlarıyla vedalaşarak gitti. Bunun üzerine Ayka İnegöl İdmanyurdu genç takımına giderek bu takımda oynamak istediğini söyledi.
    Ayka antrenman maçında 3 gol atınca teknik direktör Ayka’yı takıma aldığını açıkladı ve başarılar diledi. Ayka sonraki antrenman maçlarında attığı gol adedini giderek fazlalaştırdı. Süratli ve hızlı oyunu sayesinde 4 – 5 gol attığı oluyordu. Takımda onun kadar gol atan oyuncu yoktu. Ayka zamanla teknik direktörün bu durumu görmezden geldiğini fark etmekte gecikmedi. Arada bir 2 – 3 gol atan oyuncu takdir edildiği bravo bugün çok iyisin diyerek alkışlandığı halde kendisinin bir kez olsun tebrik edilmediğini gördükçe canı sıkılmaya başladı. Bu durumun nedenini düşünüyor fakat mantıksal bir açıklamasını yapamıyordu.

    Birkaç ay sonraki o son antrenman maçında Ayka’nın söylediklerinde ne kadar haklı olduğu ortaya çıkacaktı. Genç takımlar arasındaki maçlar haftaya başlıyordu. Teknik direktör ideal kadroyu bugün belirleyecekti. Bazı oyuncular arkadaşlarını getirmişti. Ayka bunların çoğunu ilk kez görüyordu daha önce antrenmana gelmemişlerdi. Teknik direktör A takımının kadrosunu okuduğunda Ayka ismi bu kadroda yoktu A takımının yedeklerinde bile. Bu kadrodakiler devamlı olarak antrenmanlara çıkan oyunculardı. Ayka’nın A takımında yer alması gerekirdi. Ayka onlarla birlikte bu günler için hazırlanmış hiçbir antrenmanı kaçırmamış yağmur - çamur demeden antrenmanlara gelmişti. Olsun diye düşündü Ayka. Ben B takımında da oynar kendimi gösteririm.

    B takımının kadrosu okunduğunda Ayka isminin geçmediğini üzülerek gördü. B takımında oynayacak oyuncuların çoğu ilk kez antrenmana geliyorlardı. Teknik direktör daha sonra B takımının yedeklerini okudu. Yedekler 5 oyuncudan oluşuyordu ve son isim olarak Ayka denmişti. Takımlar sahadaki yedekler saha kenarındaki yerlerini aldılar ve teknik direktörün düdüğüyle maç başladı. Ayka oturup kaldığı yerde hırsından titriyordu. “ Vay vay vay.. Demek öyle ha.. Demek artık kartlarını açık oynuyorsun. Ne yaptım sana ben ne istedin benden? İkinci devre başlarken yedeklerin hepsi oyuna girecek dedin. Ne diyeyim ikinci devre görüşürüz senle. “

    Birinci devre sona erdiğinde A takımı 2 – 1 galip durumdaydı. Devre arasında teknik direktör A takımı oyuncularına: “ İyi oynuyorsunuz fakat pek çok gol pozisyonunu cömertçe harcadınız. Takımda gol kısırlığı var. Gol atın gol.. “ dedikten sonra A takımındaki oyunculardan bazılarını çıkarıp yerlerine A takımının tüm yedeklerini oyuna dahil etti. B takımının 3 oyuncusu oyundan çıkarıldı yerlerine 3 yedek oyuncu alındı. Şimdi o kadar oyuncu bolluğu arasında ikinci devre bile oyuna başlayacak yeterlilikte bulunmayan B takımının 2 yedeği kalmıştı. Biri yeni gelen birisi diğeri de Ayka? Sözde ikinci devre başlarken yedeklerin hepsi oyuna girecekti.

    Maçın bitmesine 15 dakika kalmıştı ki B takımı 4. golü yedi. Durum 4 – 1 olmuştu. Bunun üzerine teknik direktör B takımından 2 oyuncuyu çıkardı ve son kalan 2 yedeği oyuna dahil etti. Ayka maçın bitmesine az bir süre kaldığının farkındaydı. Bu sürede tüm gücünü sarf edecek bir gol atıp onu utandıracaktı. Ayka top nerede ise oraya koştu çok çalıştı kan ter içinde kaldı. Ayka’nın oyuna girdiği andan itibaren pas vermekte zorluk çekmeye başladıklarını fark eden A takımı oyuncuları şaşırmışlardı. İnanılır gibi değildi ama bir Ayka koca takıma yetiyordu. Ayka’nın korkunç presi altında giderek gerileyen A takımı defansa çekildi.

    Maçın başından beri dağınık bir futbol sergileyen 4 – 1 yenik durumdaki B takımı Ayka’nın oyuna girmesiyle canlanmış pas hatalarını değerlendirip nadir olarak geliştirdikleri ataklarını sıklaştırmıştı. Topu kapan B takımı oyuncusunun gözleri Ayka’yı arıyor eğer yakında ise Ayka’ya pasını veriyor topla buluşan Ayka ileri atılıyordu. Maçın bitmesine 5 dakika kalmıştı ki rakip ceza sahasına giren bir oyuncu düşürüldü. Karar penaltıydı. İşte o an geldi diye düşündü Ayka topu aldı penaltı noktasına dikti. Topa vurmak için gerilirken teknik direktörün biraz ilerden hayır Ayka sen bırak penaltıyı Muzaffer atsın dediğini işitti. Kulaklarına inanamadı. Acaba yanlış mı anladım diye düşünerek sesin geldiği tarafa döndü. Teknik direktör penaltı noktasına gelerek gel Muzaffer penaltıyı at deyince Ayka kahroldu. Yanlış anlamamıştı ve penaltıyı Muzaffer atacaktı. Ayka’nın sinirleri iyice gerildi. Ahlaksız diye mırıldandı. Kenara çekildi. Gol olmaz da utanırsın belki diye düşündü. Dayanamıyordu artık gururuyla bu derece oynanmasına neredeyse patlayacaktı. Biraz sonra atılan penaltı gol olunca B takımının yaşadığı sevinç birden üzüntüye dönüştü.

    Ayka patlamıştı. “ Artık senin takımında oynamam ben. Şimdi gidiyorum ve bir daha dönmeyeceğim “ diye bağırırken sırtından çıkardığı formasını yere attı. Ayka daha sonra saha dışına çıktı ve elbiselerini aldı. Peşinden gelen teknik direktör ismet rezil olmuştu. “ Dur Ayka bari maçı tamamla “ dedi Ayka’nın yanına gelerek. Ayka: “ Sen de maçın da yerin dibine batsın. Oynamıyorum işte “ dedikten sonra yürüdü gitti. Yolda Ayka bu olanları bir gün dünyaya duyuracağına dair kendine söz verdi.

    Aradan birkaç ay geçtikten sonra Ayka ve ailesi Bursa’ya taşındı. Böylesi daha iyi olacaktı. Bursa İnegöl’den büyüktü. Pek çok takım vardı burada. Bir takıma girerdi ve futbolunu oynardı. Bir takıma girmek kolay değildi. Ayka bu şehirde kimseyi tanımıyordu ailesi yardımcı olamazdı. Zaman boşa geçmemeliydi. Antrenmansız geçen her gün Ayka’yı formdan düşürebilirdi. Ayka Bursa Atatürk Stadyumu’na giderek koşu antrenmanlarına başladı. İki ay burada koşularını sürdüren Ayka bir gün orada tanıştığı bir koşucuya “ Ben aslında futbol oynuyordum. Bursa’ya yeni taşındık. Formumu kaybetmeyeyim diye gelip burada koşuyorum “ deyince Cavit Önge adındaki koşucu “ Ben de Muradiyespor Kulübü’nün atletizm takımındayım. Bizim kulübün futbol şubesinde gel oyna istersen “ dedi. Ayka buna çok sevindi ve ertesi gün soluğu Muradiyespor Kulübü’nde aldı. Muradiyespor futbol takımıyla antrenmanlara başlayan Ayka diğer yandan koşu antrenmanlarını aksatmıyordu. 16 yaşında bir genç olmuştu ve iyi bir futbolcu olmanın iyi bir kondisyonla mümkün olacağını biliyordu. Bir gün Ayka stadyumda şortla koşmuş dinleniyordu. Sporcuları seyre dalan Ayka havanın soğuduğunu fark edememişti. Hafif bir yağmur çiseliyordu. Oldukça fazla dinlendiğini neden sonra anladı. Üşümüştü. Oturduğu yerden kalktı. Bir süre koştuktan sonra elbiselerini giymek için içeri girdi. Ertesi gün dizlerinin sızladığını fark etti. Birkaç gün sonra zorlukla yürüyebildiğini. Ayakta dururken dizleri tutmuyordu. Sanki boşlukta dikiliyor gibi oluyordu ve bir adım atmaya kalksa yere düşecekti.

    Böyle anlarda tutunacak bir yer arıyordu. Bir ağaç bir duvar oraya tutunarak ayaklarını ileri geri oynatıyor ve biraz dinlendikten sonra yürümesi mümkün oluyordu. Ayka birkaç gün sonra hastaneye giderek muayene oldu ve verilen merhemi gece yatmadan önce dizlerine sürmeye başladı. Dizliklerini takan Ayka yatağına yatıp uyuyordu. Bir hafta süren bu zor günlerden sonra dizlerindeki sızının geçmeye başladığını gören Ayka Muradiyespor futbol takımıyla antrenmanlara çıkmaya başladı. Gece kroslarında takımın ön sırasında koşuyordu. Gündüz yapılan antrenmanlarda goller atıyordu fakat alt eşofmanının içinde dizlikleri vardı ve eğer dizlikleri olmasa ne ön sırada koşabilir ne de goller atabilirdi bunun farkındaydı. Amatör küme maçları başlamıştı. Muradiyespor ilk maçına yeni bir teknik direktörle çıkacaktı. Takım hazırdı kadro okunuyordu. Ayka sevindi. Santrfor oynayacaktı. O ara eski teknik direktör geldi kulüp başkanı ve bir idareci yeni teknik direktörle bir şeyler konuştular. Ayka’nın kesik kesik de olsa duydukları şunlardı: Bak iki ayağında da dizlik var…”

    Ayka’nın oynatılmadığı o ilk maçta Muradiyespor 0 – 0 berabere kaldı. Kadrodan çıkarılmış ve maçı tribünlerden izlemek zorunda bırakılmıştı. Ayka birkaç ay bu duruma tahammül ettikten sonra takımdan ayrıldı. Asla tahmin edilemeyecek kadar çok üzülüyordu. Stadyumda koşuyor ve ağırlık çalışması yapıyordu. Bu durum bir yıl iki ay sürdü ve Bursaspor Genç Takımı’na girdi. Bir ay süren futbol derslerinden sonra sahaya inildi ve Ayka ne yazık ki seçilemedi. Tek maçta ne oynayabilirsen oynayacaktın. Hünerini gösterip takıma girecektin. O maçta Ayka biraz da tutuk oynamıştı fakat seçilememesini şuna bağlıyordu: “ Kaleciler ayrıldı diğer oyuncular defans orta saha forvet diye ayrıldı. Ben forvet oynayanlar tarafına geçtim. Teknik direktör necmi güzey sen sol açık oyna dedi. Ben santrforum defansta oynadım sol açıkta oynamamıştım. Sol açık oynayanın sol ayağı iyi olmalı. Maç boyunca soldan ataklar yaptım. Topu düşe kalka sürdüm götürdüm. Karşı takımın defansı tekme atmakta ustaydı. Sağ ayağım Türkiye haritasına dönmüştü. Kale önüne çok orta yaptım. Yanlış pas verdiğim durumlar oldu. Pas hatası yapan tek ben değildim. Ben maçta çok iyi oynayamadım. Eğer seçilebilseydim o takıma gerçekten çok iyi olacaktı. “
    Ayka daha sonra İvazpaşa adındaki amatör küme takımına girerek bu takımla antrenmanlara başladı. Umut doluydu yüreği kar yağmur çamur demeden koşuyordu antrenmanlara. Onun bu iyi niyetli var olma savaşı görmezden gelinemezdi. Uludağ yolunda yapılan bir gece krosundan sonra idarecilerden biri: “ Ayka amatör küme maçları yakında başlıyor. Evrakları getir sana lisans çıkartalım “ deyince Ayka “ Olur. Yarın evrakları kulübe getiririm “ dedi. Ertesi gün Ayka evrakları kulübe getirip idareciye teslim etti.

    İvazpaşa takımının antrenman maçlarında Ayka eskisi gibi birbiri ardı sıra goller atmıyordu. Defans-orta saha karışımı bir futbol oynuyordu. Burada biraz şaşırmamak elde değil. Hani Ayka gol demekti? Bu büyük değişimin sebebi neydi? Bu durumun açıklamasını aradan uzun yıllar geçmesine karşın o günleri unutmamış olan Ayka’dan alalım: “ Sebeplerden birincisi takımdaki pek çok oyuncu yıllardır bu takımda oynuyor. Takımın golcüsü var. Antrenman maçlarında bir-iki gol attığı oluyordu ama attığından fazlasını kaçırıyordu. İkincisi şimdiye kadar çok gol atmıştım da ne olmuştu? Neden attığım goller önemsenmiyordu? Golü ikinci plana atıp takımda tutunmak kalıcı olmak istiyordum. Oyuncu defansta oynuyordu gol atmıyordu fakat amatör küme maçlarında sahaya çıkıp takımdaki yerini alacaktı. “

    Aradan günler haftalar geçmiş ve amatör küme maçları başlamıştı. Maç olduğu günler Ayka takımda oynama umuduyla bir o sahaya bir bu sahaya koştu. Maç öncesinde takım kadrosu okunduktan sonra ortadan kayboluyordu. Sanki takımın maçını seyretse daha mı iyi olacaktı? Yenilip duruyorlardı. Belki de Ayka’nın lisansı çıkmadığı için kadroya almıyorlardı. Başkasının lisansı iki ay içinde çıkıyordu da Ayka’nın lisansı dört aydır niye çıkmıyordu? İdareci başvuruyu yapmış mıydı? Bu öğrenilemedi. Lisans çıktıysa Ayka’ya haber vermek gerekmez miydi? Haber vermesen bile alın işte Ayka’yı kadroya çıksın sahaya oynasın futbolunu takıma güç katsın. Koy Ayka’yı defansa defansını sağlamlaştır. Maçta gol atamıyordu takım bari gol yemezsin berabere kalır bir puanı kaparsın.

    Mudanya’ya maça gidilmişti. Saha çamur içindeydi. Saha kenarındaki karlar erimemişti. Maç iptal edildi. İşte o günden sonra Ayka bu takımın ne maçına ne antrenmanına gitti. Maçlarda oynama ümidi kalmamıştı. Yeniden bir takımda futbol oynamaya teşebbüs etmek yeni sıkıntılara üzüntülere kucak açmak demekti. Ayka yorulmuştu bitmişti. Bir zamanlar futbolcu olmak onun en büyük idealiydi. Genç Ayka yine güçlüydü ideal yine vardı fakat ideale ulaşmak için önüne çıkarılan engeller tükenmek bilmiyordu. Her defasında bir sonraki engeli aşmak çok daha zor oluyordu. Çaresizlik sonsuz düş kırıklıklarına yol açıyordu. Zamanla düş yabancılaşıyordu. Sen hem kendi kendine yabancılaştın hem de düşün sana yabancılaştı bu tarafta ideal istesen de istemesen de sana yabancılaşır.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

  5. #9
    Serdar50 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Durum: Serdar50 âíå ôîğóìà
    Üyelik tarihi : 07.Ocak.2010
    Mesajlar : 54
    Tecrübe Puanı : 0
    Array

     

    images/yorumlarinizi.png
    OĞLAK İLE KARTAL
    Bursa Hayvanat Bahçesi’nde kartallar için ayrılan yer çok büyüktü. Buradaki kartallar tel örgülerle çevrili yüksek yerde uçup duruyordu. Yorulanlar ise kayaların üstünde oturuyordu. Pek çoğu yarını bekliyordu. Genç kartal Pena yarın bekleme bahsini çoktan geçmiş bugünü değerlendirme çabası içine girmişti. Tellerin yukarıdaki kayalara monte edildiği yerde kaçıp gidebileceği bir gedik açmıştı. Buradan kurtulup zengin olma düşüncesindeydi. Akıllıydı zekiydi ama ikna kabiliyeti azdı. Diğer kartallardan birkaç kez borç istemiş ama kimse borç vermeye yanaşmamıştı. Ormana gitse kim ona sermaye verir de firma kurabilirdi?

    Kartalların bulunduğu yerin yan tarafında keçi ve koyunlar için ayrılan yer vardı. Baharın gelmesiyle birlikte keçiler koyunlar yavrulamış ve pek çok yavru dünyaya gelmişti. Pena keçi yavrularına oğlak koyun yavrularına kuzu dendiğini biliyordu. Yavrular bir aylık olmuşlardı ki son günlerde Pena’nın dikkatini bir oğlak çekmişti. Odi adındaki bu oğlak başına diğer oğlakları ve kuzuları topluyor anlattıkça anlatıyordu. Günler geçtikçe keçiler ve koyunlar da oğlağın anlattıklarını dinlemeye başlamıştı. Pena bir gün çimenlerin üstüne indi ve yan taraftaki oğlağın anlattıklarına dikkat kesildi. Oğlak buradan kurtulup ormana gidince yapacaklarını anlatıyordu. Ormandaki bankalara başvuruyor müthiş ikna kabiliyetini kullanıp kredi alıyor kiralık bir yer bulup bankasını kuruyor. Orman hayvanlarından düşük faizle para toplayıp yüksek faizle para veriyor. Havuzlu villalar Ferrari arabalar denizde yatlar kotralar. Bol sıfırlı paraları bankadan aktarıp şirketler kuruyor holding patronu oluyor.

    Genç kartal Pena birkaç gün sonra oğlak ile anlaştı ve kendi bölümündeki gedikten çıkarak oğlağı kucakladığı gibi ormana doğru uçtu. Odi Pena ile birlikte ormandaki bir bankanın genel merkezine giderek projesini anlattı ve on iki sıfırlı krediyi cebine koydu. Kiralık büyük bir yer bulup OĞLAKBANK’ı kurdu. Odi düşüncesini aynen uygulayarak kısa zamanda bankasını o ormanın sayılı bankaları arasına sokmayı başardı. Düşük faizle para topluyor yüksek faizle para verince kar muhakkak oluyor. Birkaç ay sonra şirketler kurdu holding patronu oldu. Ormanda zor duruma düşen ve iflasın eşiğine gelen bir bankayı ele geçiren Odi Ferrari’den inip Limuzin’e bindi.

    Odi kendine sırtlanları danışman tuttu ve bu danışmanların isteği doğrultusunda çalışmaya başladı. Danışmanların ilk isteği kartal Pena’yı yanından uzaklaştırmasıydı. Pena’nın bensiz bir hiç olursun sıfırlanırsın bu sırtlanların yalanlarına kanma diyerek çırpınması ve tüylerini yolması fayda etmedi. Odi danışmanların isteğine uydu ve kartal Pena’nın görevine son verdi.

    Aradan günler haftalar geçtikçe Odi’nin işleri bozuldu. Yanında kartal Pena olmayınca şirket müdürleri Odi’yi dinlemez oldu. Zor durumda kalan Odi fabrikalarını yatlarını kotralarını ve limuzini sattı. İşçi ve memurların maaşlarını ödedi. Son çare olarak ilk kredi çektiği bankanın genel merkezine gitti. Bankanın genel müdürü kredi veremeyeceğini Odi’ye söyledi.
    Bunun üzerine Odi: “ Efendim daha önce bana kredi vermiştiniz ve borcumu ödemiştim. “ dedi.
    Banka genel müdürü: “ Onun orası öyle de o zaman arkanda sert bakışlı ve o bakışlarıyla beni korkutan kartal Pena vardı. Şimdi Pena yok. Herkes Pena korkusundan senin kurduğun Oğlakbank’a koştu. Para yatırdılar yüksek faizle kredi aldılar. Pena’sız Odi bir işe yaramaz. Lafla benden kredi alamazdın banka kuramazdın. Pena’yı kovmakla hata yaptın bu hatanın sonucuna katlanmalısın. “
    “ Oğlakbank darphane gibi para basıyordu ama elimden gitti. Banka işi bitti. Bu ormana ilk geldiğimde beş parasızdım ama umutluydum. Şimdi on parasızım ama umutsuzum. Sizce bundan sonra ne yapmam gerekir? “
    “ Beni dinle ve geldiğin yere dön. Zira bu orman halkı düşene acımaz. Hele senin gibi sıfırdan zirveye çıkıp düşene. Zirvede kalsaydın alkışlarlardı ama düştüğün için seni linç ederler. “
    “ İş bu kadar ciddi desene. Sonunda genç yaşta bu hayata veda etmek de var. “
    “ Hayat bu. Genç yaşlı dinlemiyor. Ancak kafası çalışanlar zulümden kaçıyor. “

    Odi banka müdürünün istediğini yaptı. Bursa Hayvanat Bahçesi’ne geri döndü. Başından geçenleri keçilere oğlaklara koyunlara kuzulara anlattı. Yan taraftaki tel örgülerin ardındaki kartal Pena’yı işaret etti. Onun üstün bir kartal olduğunu ve kafasını çalıştırarak fikir üreterek kendi çizgisi doğrultusunda hayatı sorguladığını ve hayatın üstesinden geldiğini bunun sonucunda harikalar yarattığını anlattı. Pena içinizden birini ormana götürmek isterse onunla gidin ve ondan hiç ayrılmayın. Benim yaptığım hatayı siz yapmayın. “ dedi.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Sosyal Bağlantılar

Sosyal Bağlantılar

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

 

 

 

  • | Buraya Link Alabilirsiniz | Non Stop Konya |
  •  

     

     

     

     

     

     

    1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177