Toplam 2 adet sonuctan sayfa basi 1 ile 2 arasi kadar sonuc gösteriliyor
  1. #1
    alemextra - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Durum: alemextra âíå ôîğóìà
    Üyelik tarihi : 02.Ekim.2003
    Yaşı: 45
    Mesajlar : 10,337
    Tecrübe Puanı : 10
    Array

     


    Post Ladikli Ahmed Ağa Kimdir ?

    images/yorumlarinizi.png
    Ladikli Ahmed Ağa Kimdir ?
    1888 yılında Konya’nın Sarayönü ilçesine bağlı Lâdik (Halıcı) kasabasında doğdu. Babasının adı Mehmet annesinin adı Emine'dir. Yusuflar Sülâlesi'ndendir. Üç erkek bir kız olmak üzere dört kardeştir. Yıllarca çobanlık yaptığından dolayı muhitinde ‘Çoban Mehmet’ olarak tanındı. Sonradan Elma soyadını aldı.



    Konya velîlerinden Ladikli Hacı Ahmed Ağa (1888-1969) Konya'ya bağlı Ladik kasabasında doğdu. Babasının adı Mehmet annesinin adı ise Emine'dir.
    Gayet cömert vakar temkin ve itidal ehli idi. Sükutu ihtiyar eden ihtiyaç halinde konuşurlar.

    Ümmi olmasına rağmen Hocası Hızır Aleyhisselam olduğu için ondan manevi ilimler almış olup İlm-i Hikmette yekta idi.
    ads


    Kendisini Hakk’ın rızasına halkın hizmetine adamış her zaman ve her yönde halkımıza önder rehber teselli ve ümit kaynağı idi. Kendisine bir şey sorulduğu zaman; -Durun gardaşım şimdi cevabınızı getiririm.. der gider Hızır Aleyhisselam’a sorar cevabını alır getirirdi. Kimseyi kırmaz ve geri çevirmezdi.
    Manevi bir yolla kendisine Hüdâî adı verildi:



    Ol Mevla’m koymuştur Hüdâî adım
    Melekler ederler gökte feryadım
    Mevla’mın aşkından almışım tadım
    Yansa da ayrılmaz haktan Hüdâî



    Ladikli Ahamet Ağa Hatice Hanım'la evlendi. İkisi erkek dördü kız olmak üzere altı çocuğu vardır.


    Askerliği


    26 sene askerlik yapan bir İstiklal Savaşı gazisidir. Kanal Harekâtı'nda İngilizlere karşı savaşırken sağ omzundan hilal şeklinde yaralandı. En yakın dört arkadaşının kahramanlıklarını ve şehit düştüklerini yaralı bir vaziyette seyretti. Sonra oraları düşman istila etti. Düşman askerleri yaralı askerlerimizi ‘ölmeyen kalmasın’ diyerek süngüledi. Bu esnada başını bir şehidin kolunun altına soktu. Düşmanlar hiç diri asker kalmadı diyerek uzaklaştı.


    Askerlik Sonrası


    Vatanın kurtuluşundan sonra askerden bir gazi olarak memleketi Lâdik’e döndü. Vefatına kadar burada örnek bir şahsiyet olarak yaşadı. Hayvancılık ve tarımla geçimini sağladı.


    Zamanının çoğunu odasına gelen misafirleriyle sohbet ederek geçirdi. İnsanları iyiliğe ve hayra davet etti. Sohbetine katılan hiç kimseyi eli ve gönlü boş çevirmedi. Boş kaldığı zamanlarda dağlarda çobanlık yaptı. Tarla ve bahçelerini ekip biçmekle meşgul oldu. 8 Haziran 1969 tarihinde vefat etti. Kabri Lâdik Kasabası mezarlığındadır.


    HAKKINDA YAZILANLAR


    Ladikli Hacı Ahmet Ağa
    Hüseyin Öztürk
    Vakit 15.03.2006



    O bir Allah dostu…
    Adını duyan kendisini tanıyan hayatını bilen herkesin söylediği tek bir ifade şekli var. “O bir Allah dostu…”



    Allah dostu Ladikli Hacı Ahmet Ağa ile ilgili en uzun malumatı Denizli’de Ömer Lütfi Tekinkaya’dan almıştım. Konya’ya gittiğimde bana mihmandarlık yapan dostum bir diğer dostum Ömer beyin; “Cuma Namazını Ladikli Ahmet Ağa’nın memleketinde kılalım mı” teklifini havada kaptım.


    Ladik kasabası Konya’nın Sarayönü ilçesine bağlı şirin bir belde. Ladikli Ahmet Ağa’da bu şirin beldenin gönüllere taht kurmuş bir sevgilisi. Ama önce Allah ve Rasulünün sevgilisi.


    Ladikli Ahmet Ağa’nın yaşadıkları ve kerametleri anlatılmakla bitecek gibi değil. O yüzden bu sefer kısa bir bilgi verip İnşallah; “Hüseyin Çelebi Seyahatnamesi”nde uzun uzun anlatacağım.


    Ladik’te Allah dostu ile ilgili bilgi ararken kendimizi Allah dostunun adına kurulan dernekte bulduk. Dernek başkanı Mustafa Doğan ve Ahmet Ağa’nın oğlundan torunu Ahmet Elma ve kızından torunu İsmet Eser’le tanışıp uzun uzun konuştuk.
    Türkiye’nin gavurunu münafığını fitnecisini fesatçısını bilmem ama “Elhamdülillah Müslümanım” diyen herkesin böyle zatları tanımasına ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Doğru adam olmak ve doğru inanmak için böyle yakın örnekler çok önemli.



    Konya’nın ileri gelenlerinden ve kanaat önderlerinden benim de kendisini çok sevdiğim Tahir Büyükkörükçü hocam Ahmet Ağa’nın canlı şahitlerindendir. Hocamın kendisiyle görüşmek istedim ama rahatsız olduğu için görüşmedim. Allah şifalar versin.


    Ladikli Ahmet Ağa hakkında kısa bir bilgi vermek üzere Tahir Büyükkörükçü hocamızdan alıntı yapmayı daha uygun buldum. Tahir hocamdan aktaran da oğlu Abdurrahman Büyükkörükçü’dür.


    Ladikli Ahmet Ağa Ladik’te dünyaya teşrif eder. Babası Mehmet Efendi’dir. 1897 seferberliğine iki ağabeyi ile katılan üstad yıllarca cephede kalır. Balkanlar’da cereyan eden harplerin hepsinde 1. Cihan Harbi’nde İstiklâl Harbi’nde kahramanca yiğitçe düşmana karşı koyar. Bir ağabeyini Çanakkale Savaşı’nda diğerini Kırkgaziler’de şehid verir.


    Yıllarca Batı cephelerinde koşturan üstada “Gazilik” şerefini bahşeden kader bu defa onu meşhur Kanal harekâtında Filistin’in mahzun Gazze civarına sevk eder. Üstadın da aralarında bulunduğu birlik kahpe İngiliz’in pususuna düşer ve yiğitlerimizin hemen hepsi şehid olur.


    Üstad Ahmet Ağa çok az kalan yaralıların arasındadır. Ne kalkmaya ne de üç günlük mesafedeki karargâha ulaşmaya hâli vardır. Sabahın serinliğinde azıcık gözü açılır. Sonrasını dostlarına hep şöyle anlatırdı:
    “Valla gardaşım yattığım yerde Şehadet şerbetini içmeyi beklerken karşıdan beyaz bir atın üzerinde bir zat çıkageldi. Bana; ‘Ahmed ne oldu yaralandın mı’ diyerek atından inip matarasından ab-ı hayat misali bir su verdi. Beni yerimden kaldırıp yaramı tedavi etti sonra arkasına bindirip karargâha kadar getirdi. Askerler sana inanmayabilirler nöbetçi subayına hadiseyi anlat ve selamımı söyle. Memlekete döndüğün zaman bazı değişik hâllerle karşılaşacaksın endişelenme beni bekle” dedi.
    Sonra Ladik’te geçen nurlu nice yıllar. Kalıbıyla halkın içinde onlardan biri. Ama kalbiyle hep Allah ile beraber. Bir büyük insan bir hak dostu bir Peygamber aşığı bir velî. Yurdun dört bir yanından gelen ziyaretçilerin himmetini rica ettiği bir Allah eri.
    -“Ne olur Ahmet Ağa bizi şefaatten unutma” diye rica eden babama; “Vallahi hocam. Rabbim imkân verirse dostlara bir mendil sallayacağız” buyurmuşlardır.
    Ve öyle bir mendil sallar ki Ahmet Ağa…. Yarına İnşallah.







    Gayb Aleminin Askerleri Ve Ladikli Ahmet Ağa
    Hakan Yılmaz Çebi



    Gayb; göz önünde olmayan; alamet ve emmare ile bilinemeyen hakkında delil bulunmayan gizli olan manalarının yanında; His ve aklın ötesinde kalan insan tarafından kavranamayan ve manevi alem manalarında açıklanır. Bir de GAYB ERENLERİ vardır ki Cenab-ı Hakk’ın kudretinden ikrama layık görülmüş bu kişiler; özel bir ordu disipliniyle hareket ederler. Anadolu kültüründe adları ÇARIKLI ERKAN-I HARP’tir.


    Bu çarıklı erkanı harbin kurucusu ve baş kumandanı Hz. HIZIR Alehisselamdır.


    ‘’HIZIR GİBİ YETİŞMEK’’ deyimi halk kültürümüzde önemli bir deyimdir. Çok sıkıntılı bir zamanımızda geliveren sıkışık-darlık zamanlarında yardımda bulunan insanlar için bu nitelemeyi kullanırız.


    Deyimin aslı ise tabi yine Hz. Hızır’ın misyonuna-vazifesine dayanıyor…


    ESRAR İLMİNİN BAŞKUMANDANI HZ. HIZIR


    Biz Hz. Hızır’ı Kuran’daki ayetlerden tanıyoruz. Bu ilmin sırrı da çilingiri de KEHF SURESİ’nde. 60 ve 82. ayetlerde (KEHF SURESİ) anlatılan Hz. Musa ve HIZIR arasında geçen seyahat esnasında yaşananlar bu ilmi - İLM-İ LEDUN İLM-İ BATIN HAVAS’ÜL HAVAS -tarif eder.


    Yaşananlar bu ilmi; yaşatan ( HZ. HIZIR) bu ilmin adamlarının vazifesini ve maiyetini bizlere açıklamaya kafidir.


    LEDUN İLMİ – SU – GİBİ AKAR GÖNÜLE…


    Bu ilmin lütfedildiği kişiler MURAD’lardır. Yani bir irşad edicinin talebesi olmakla bu ilim elde edilemez. Alim olmak mürşid olmak ayrı bir san’at.


    MÜRİT Allah’ı arayan ve bulan kişidir. MURAD ise Cenabı Mevla’nın bulduğu-seçtiği. Mürit iradesine bağlı olarak gevşek davranabilir yapamayacağım diyebilir ancak MURAD’ın böyle bir hakkı yoktur. Zira vazifelendirme padişahtan geliyor reddedilemez.Son derece zahir ve batın ilimlerde yüksek derece yetişmiş birisi bu ilmin mümessili olduğu gibi hiç okumamış hatta birkaç surenin dışında sure bilmeyen insanlar bile bu gayb ordusunun neferi olarak vazifelendirilebilir. Yani MUHYİDDİN-İ ARABİ gibi bir ilim zirvesi yanında az sonra değineceğimiz LADİKLİ AHMET AĞA gibi bir ümmi zat-ı muhterem de olabilir. Bu lütuf sahibinin tasarrufu cevahirini yaratanı bilir.Bu ilim çoğunlukla tanımadığınız bir PİR-İ FANİNİN sekerat halindeyken size içirdiği bir tas SU’yla bazen de yedirdiği herhangi bir yiyecekle açığa çıkar. (Nitekim Ladikli Ahmet Ağa da 1. Dünya Savaşı’nda Kanal Harekatı sırasında vurulup öldü diye bırakıldığı bir sırada bir atlı tarafından SU içirilerek tayyi mekan yaptırılır.)


    Bu suyu içtikten sonra gelenin rüyada mı yaşadığınız hayatta mı olduğunu analiz etmeniz ne kadar zamanınızı alıyorsa; içtiğiniz suyun su mu başka bir şey mi somut mu soyut mu olduğunu da anlamanız o kadar vaktinizi alacaktır. Ancak susuzluktan çatladığınız bir anda suya kandığınızı bilmeniz işin bu maiyetini daha fazla kurcalamanıza gerek olmadığını cevaplamanıza yetecektir.


    Size yedirilen şeyle bu ilim verilecekse; bu yiyecek bazen en bilinen meyve hatta markalı bir çubuk kraker bisküvi de olabilir. Nitekim LADİKLİ Ahmet Ağa rahmeti rahmana kavuştuktan sonra bu ilmi oğluna devretmek isteyen gayb aleminden gelen üç kişinin verdiği yiyeceği onların yanında önce bir lokmacık yemiş olan Zekeriya; daha sonra tadını beğenmediğinden bu yiyeceği sözde onlara çaktırmadan hasıraltı etmiştir. Ancak bu yiyeceği yemesinin akabinde ne olacağını öğrenince bu yiyeceği hasıraltından çıkarmak istemiş lakin yiyeceğin ortadan yok olmasıyla ancak ısırdığı kadar bir miktar gayb ilmine vakıf olabilmiştir. Anlayacağımız ortada bir de böyle bir durum var.


    Sonrası…


    Sonrası istidadınıza gayretinize kalmış…


    Ancak ikram bir kere yağmaya başlamışlar için ziyaretler belli bir süreden sonra sıklaşmaya başlayacaktır.


    Taki; 300’ler 70’ler 40’lar 7’ler 3’ler (Büdela Nüceba Nükeba… vs.) KUTUPLAR - KUTB-U İRŞAD- ilim nurunun zirvesi/ KUTB-U VELAYET – insan benliğinin zirve terbiyedarı - ve GAVS-I AZAM makamlarına doğru bir seyir başlayacaktır. (Not: 40’lar makamı iki kısımdır ki her dönem 40 Hanımsultan Evliya’da bu makamdadır)


    Ancak bu yolun yolcusu olmak bile en yüce payedir. Bu yolun yolcusunun gözünde dünya hayatının makamları üç-beş yaşındaki çocukların oyuncaklarıyla oynarken kendilerine verdikleri payeler gibi ‘’komik ve çocukça’’ kalmaktadır ki işin aslı da budur!!!


    Hz. HIZIR ÜNİVERSİTESİ


    Kendiside Hz. Hızır’ın TALEBELERİNDEN OLAN Bediüzzaman Said Nursi - hatta bir defasında ellerinde kelepçe olduğu halde Ladik’e tayyi mekan yaparak Ahmet Ağa’ya Hz. Hızır’a çok sıkıntı çektiğini iletmesini söylemiş daha sonra sabretmesi söylenmesi üzerine çıkardığı kelepçelerini bizzat yeniden bileklerine takarak geri dönmüştür- Hızır Aleyhisselam ve ondan ders alanlar için güzel bir izahı vardır.


    -Hızır Aleyhisselam hayatta mıdır? Eğer hayattaysa niye bazı alimler hayatta olduğunu kabul etmiyorlar? Sorusuna şu cevabı veriyor.


    -Hayatın 5 MERTEBESİ vardır ve her mertebenin farklı şarları bulunmaktadır.


    Birinci mertebesi bildiğimiz şu içinde bulunduğumuz hayattır ki pek çok kayıtla mukayyettir. Hızır Aleyhisselam hayatın ikinci mertebesinde yer aldığı için bazı alimler hayatta olup olmadığı konusunda şüpheye düşmüşlerdir.


    İkinci mertebe Hazreti Hızır ve İlyas Aleyhisselam’ın hayatlarıdır ki bir derece serbesttir. Yani bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimi mukayyet değillerdir. Bazen istedikleri vakit bizim gibi yerler içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir.


    Tevatür derecesinde ehl-i şuhud ve keşif olan evliyanın Hz. Hızır ile maceraları bu tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. Hatta makamı velayette bir makam vardır ki; MAKAM-I HIZIR tabir edilir. O makama gelen bir Veli Hızır’dan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat bazen o makam sahibi yanlış olarak ayn-ı Hızır telakki edilir olunur.’’ (Birinci Mektup)


    HAVASSIN TEKNOLOJİSİ…


    Havassın teknolojisi ESMAYI İLAHİYE’ye bağlı sırlar!.. Onlar kendilerine verilen kendilerine bildirilen ESMAYI üç/beş defa ya da her ne kadar tekrarlanması gerekiyorsa onu söyleyip sır olup gidiyorlar. Bize garip gelen imkansız görünen şeyler maddeden beri o alemde öylesine sıradan ki…


    O muazzam görünmeyen mücerret teknolojiden geriye sadece avam olan bizlere kalan miras sadece şu üçüdür:


    ŞECERE (SOYAĞACI)- HIRKA-MÜHÜR!!!


    Lakin Ladikli Ahmet Ağa vefat ettikten sonra oğlu Zekeriya’ya gelen GAYB ALEMİNİN ÜÇ ATLISI da bu görünür mirası istiyorlar kendilerinden. Zira Zekeriya daha işin başında hikmeti anlayamamış mirastan olmuştur. Ehhh bunların da artık ehline verilmesi gerekiyordur… Yani bayrak teslimi gibi bir ritüel var ortada..


    HAVASSIN TOPLANMA YERLERİ


    Kutsi gecelerde MEKKE-MEDİNE-KUDÜS-SEMERKANT-BUHARA-ŞAM-ROMA VE İSTANBUL’DAKİ muhtelif yerler buluşma noktalarıdır Kİ –aynı zamanda- dünya hayatında tarihten bu yana azami ehemmiyete sahip yukarıdaki 8 şehrin 4’ünün Cennet’te bu mekana yakışır tezahürlerinin olduğu ifade edilir.


    Ancak tabiri uygunsa bir de içtima merkezleri vardır bu Uluların.


    MEKKE-İ MÜKERREME’DEKİ ZEMZEM SUYU’NUN BAŞI BERAT GECELERİNDE TOPLANMA YERİDİR DENİR…


    Nitekim Ladikli Ahmet Ağamız da bir Berat gecesi evinde toplanan misafirlerinin ‘’Eee Ahmet Ağa bugün nereye gideceksiniz sorusu üzerine; Bu gece Mekke-i Mükerreme’de bir toplantı olacak. Harem-i Şerif’te Zemzem kuyusunun başında Her sene bu gece Zemzem kuyusunun suyu coşar kabarır ağzına kadar gelir. Resulallah Efendimizin ruhaniyeti ve bütün peygamberler Evliyaullah orada toplanırlar. Orada hep birlikte dua yapılır. Sonra o kuyudan bir su içilir artanı da oraya dökülür ondan sonra su normale çekilir. Zemzem kuyusunun suyunun bitmeyişinin hikmeti bu… Her sene bu merasim yapılır’’ şeklinde verdiği cevapla bu durumu açıklamaktan çekinmemiştir. Başka birisi bu ve benzeri sırları verse belki boynu kırılır ancak o izinlidir…


    HAVAS MÜCADELESİNİN YETKİ SINIRI


    Avamdan zaman zaman çok kişi sormuştur. Cenabı Allah’ın kudretinden nüveler taşıyan bu seçkinler o halde niye nükleer başlıklı füzeleri kilitlemiyor süpersonik uçakları düşürmüyor zalim başbakanları komutanları merdivenden yuvarlayarak kafasını gözünü patlatıp zulmün önünü kesmiyorlar vs.


    Dilerseniz safça ifade edilen bu durumu da bu tarz bir sorularla karşılaşan Ladikli Ahmet Ağa’nın verdiği cevapla açıklayalım:


    Şahıs soruyor: ‘’Hacı Baba ne olacak bu dünyanın hali? Nasıl düzelir ?..’


    Evlat dedi şöyle sakin sakin bu Çoban Ahmed var ya (kendisine hitabı öyle idi)


    ‘’Eğer müsaade etseler iki üç saatte dünyayı düzeltirim amma hikmeti ilahidir onu biz düzeltemeyiz… Emirsiz hareket edemeyiz… Bu hadiseler böyle olacak HERKESİN İMAN ÖLÇÜSÜ CİHAD ÖLÇÜSÜ ORTAYA ÇIKACAK! MÜMİNİ MÜNAFIĞI; MÜŞRİĞİ KAFİRİ ORTAYA ÇIKACAK!!! VE HADİSELER GELİŞE GELİŞE ORTAYA ÇIKACAK’’.


    Nitekim yetki ve izin meselesi bu. Milyonlarca adamı kendisini korumaları için besleyen FİRAVUN’u bir üfürüklük canı olan sivrisinekle telef eden Cenab’ı Allah; dilese bütün insanlığı secde vaziyetinde toplamaz mı?.. Toplar elbet!


    Lakin müddet ve imtihan meselesi…


    HAVAS VE ASKERİ HİZMET


    Tüm havas adamlarında olduğu gibi Peygamber Ocağı olarak görülen orduya karşı özel bir ihtimam ve sevgi vardır.


    Sırf bizim milli tarihimiz ve bu milli tarihimizdeki yakın tarihte bile binlerce gayb adamının yardımı vardır ordumuz neferlerine. Bırakınız Kıbrıs harbini Güneydoğu Anadolu’daki terör belasında dahi bu mikyasta bir çok olay yaşamışızdır. Halen daha nöbette uyuyan bir çok asker gerekirse tokatlanarak uyandırılır. Hatta hastalanıp devriyeye çıkamayan bir çok komutanın gece devriye de görüldüğü çok olmuştur.


    Ladikli Ahmet Ağa’da da azami bir ordu ve asker sevgisi vardır. Bu yüzden dışarıdan kendisini ziyarete gelenlerin ve istişare edenlerin çoğu asker. Zira yukarıda da değindiğimiz gibi o Türk Ordusunun çarıklı erkanı harbindendir.


    Bu yüzden adı çevresinde ‘’GAYB RİCALİNİN ASKERİYE KOLUNDA GÖREVLİ’’ şeklinde çıkmıştır. Mesela Albay Necmi Sami Bey Ladikli Ahmet Ağa’nın en sevdiği dostudur.


    O her an göreve hazır diplomat bir asker gibi Küba –Amerika arasında Küba’ya konuşlandırılan Rus füzelerinin Amerikan casus uyduları tarafından tesbit edilmesi üzerine 3. Dünya savaşını engellemek için Cezayir dağlarında toplantıya tayyi mekan yaparken; bir gün aldığı emrin pusula kağıdını dostlarına gösterdikten sonra LADİK’TEN WAŞİNGTON’A ‘’4 DAKİKA’’ DA GİDECEK KADAR HIZLI GÖREV ADAMIDIR.


    ASKERİ İSTİHBARATA HAİNLİK EDEN YANAR…


    Bir Ziyaretçisine Hacı Ahmed Ağa Anlatmışlardı:


    “Edirne’de askerlik yapan bir Türk Çavuşu iki Bulgar subayına Edirne’nin Askeriye’ye ait planlarını ağır bir para karşılığı satmış kimsenin haberi yok. Manevi emir aldık yine iki arkadaş görevlendirildik.


    Bulgar Subayları planları alıp Kumandanlarına teslim etmek üzere merdivenlerden çıkarlarken bir anda arkalarından yetişerek birine ben birine arkadaşım tepelerine vurduk. İkisi de merdivenlerden aşağı yuvarlandılar. Hemen ceplerinden planları alarak yerlerimize döndük.


    Sıra Çavuş’a geldi; Vatan haini olduğundan o da öldürülecekti. Terhis oluncaya kadar dokunmadık manevi emir öyle idi.Nihayet terhis oldu külfetli bir para ile sevinerek binmiş memleketine dönüyordu. Memleketine gelip tam trenden inerken; Onun da tepesine vurduk sanki trenden düşüp ölmüştü. Böylece vazife yapılmış oldu.”


    KORE HARBİ VE YARILAN KUŞATMA


    Kore harbinin olduğu devre yine bir ziyaretimde;Hacı Baba’yı ziyaret için Ladik’e gitmiştim gece odasında kalıp odasında misafir olduk. Yatsı namazına kadar beraber kaldıktan sonra Hacı Baba namazı kıldı ve sonra bizden müsaade alıp gitti.Sabah namazında geldi ve bize:“ Bugün Kore’de idik; Türk askeri çember içine girmiş imha edilmek üzere idi. Kurtarılmak için Mevla’dan izin çıktı manevi arkadaşlarımla Kore’ye yetiştik. Bizim askerin önüne düştük. Kafir askerleri bizi görürler ;lakin bizim askerler göremezler.Kılıçları çektik küffar askerini kılıçtan geçirerek bizim askere yol verdik. Bakın sabah radyo haberleri verirken duyacaksınız..!” dedi.


    Sabahleyin bir radyo getirdiler ilk haberleri açtılar;“Kore’de bulunan Albay Tahsin Yazıcı oğlu komutasındaki Türk çember içine alınmış. İnanılmaz bir kahramanlık örneği vererek çemberi yarmış kafirleri perişan etmişler..” diye radyo haber veriyordu..!Çemberi yaranın kimler olduğundan onların haberleri yoktu. İşte Allah’ın manevi ordularının vazifeleri..!


    AHMET AĞA VE PİLOT TEĞMEN…


    “Bir gün pilot Teğmen uçağı ile eğitim uçuşu sırasında uçağı arıza yapıyor ve bir tarlaya mecburi iniş yapmak durumunda kalıyor. Her ne kadar yerde arızayı gidermiş ise de uçağın bu tarla üzerinden kalkmasının imkanı yok. Bulunduğu yer öyle ıssız ki çevrede canlı yok. Hocam emir verdi...;


    -Ahmed git şu pilot Teğmen’e yardım etuçağını kaldır..dedi.


    Hemen geldim pilot çaresizlik içerisinde bocalamakta ne yapacağını bilememekte idi. Selam verdim;


    -Ne yapıyorsun delikanlı?.. dedim.


    O da durumunu anlattı. Ben dedim ki:
    -Oğlum sen uçağı çalıştır kalkış için ben sana yardım edeyim!



    Şaşırmış bir halde:


    -Nasıl yardım edeceksin? dedi.


    -Sen çalıştır. ben uçağı kaldırayım.! dedim.


    -Hacı Baba kaç tonluk dört motorlu bir uçak. Nasıl kaldıracaksın..? dedi.


    -Yavrum! Sen çalıştır bakalım.! dedim.


    -Neyse çalıştırayım bakalım.. dedi ve uçağı çalıştırdı.


    Allah’ın izniyle:


    -Bismillah.. Ya Allah..! deyip yardım edip uçağı kaldırdık ve uçup gitti.”


    Pilot der ki:


    “Hacı Baba uçağı kaldırıpta uçak havalanınca; uçağın kuyruk tarafına oturduğunu gördüm ve..


    -Eyvah Hacı Baba düşecek.. dedim.


    Bir müddet sonra Hacı Baba bulunduğu yerden kayboldu.


    Ben yine;


    -Eyvah Hacı Baba düştü!!.. diye müteessir olmuştum.


    Mensup olduğum karargaha varıp durumu ve başımdan geçenleri kumandanıma anlattım. Kumandanım bana;


    -Maneviyat adamlarından biri sana yardım etmiş..! dedi.”


    Pilot Teğmen bu maneviyat adamları nerede bulunur acaba diye araştırma yapıyor. Şarkta filan yerde var diyorlar tarif edilen kimseyi buluyor; fakat aradığı ve gördüğü değil. Böyle bir çok yerleri geziyor. Nihayet bir gün Konya’da Ladikli Hacı Ahmed Ağa’yı haber veriyorlar.


    Konya’ya gelip Hacı Ahmed Ağa’yı soruşturuyor kendisine Ladik kasabasını tarif ediyorlar. Bir arkadaşı ile taksiye binip Ladik’e geliyorlar. Hacı Ahmed Ağa’yı sorarak odasını öğreniyorlar. Pilot Hacı Baba’nın odasına giripte kendisini görünce..


    -Hah.. işte bu amca..! deyip eline ayağına sarılıyor.


    Hacı Ahmed Ağa.:


    -Oğlum benzetmiş olabilirsin.. diye gizlenmeye çalışırsa da.


    Pilot.:
    -Hayır yanılmıyorum o sendin..! diyordu.



    Beraberce camiye gidip geldikten sonra o gün orada misafir kalıyorlar. Ertesi gün veda ederek yerlerine dönüyorlar.”


    Genelde bedenen Ladik’in dışına çıkmayan bu zatı muhterem iş vazifelendirilmeye gelince tayyi mekanla Avrupa-Amerika-Amerika demeden kaşla göz arasında yok oluyordu. Bu yüzden döndüğünde üzerine bazen kar bazen çöl toprağı bulanmış olmasına kimse şaşırmıyordu. Hatta gideceği yeri önceden öğrenenler gitti yerlerinden özel masum siparişler bile veriyorlardı kendisine. Hurma muz gibi.


    En iyisi daha fazla bu meselede kelam etmek yerine gelin siz Araştırmacı-Yazar Mustafa Özdamar’ın kaleme aldığı Kırk Kandil yayınlarından çıkan ‘’LADİKLİ AHMET AĞA’’ kitabını okuyunuz. Eminim benim söylemek istediklerimden daha iyisini kalbiniz size yorumlayacaktır. Hele birde meselenin fevki üzerine ruhi zekanızda çalışmaya başlamışsa belki hayatınızın bir yerlerinde Hz. Hızır’la veya Hızır ordusundan birileriyle karşılaştığınızı hatırlayacaksınızdır.


    KALBİNİ AYNA YAPANLARIN İSE ARAMASINA GEREK YOK! BİR KAŞ AYNASI BİLE GÜNEŞİ İÇİNE ALMIYOR MU?..


    Sözün yine onun gönlüne sığdıramadığı halini şiirle anlattığı mısralardan sadece şu ikisiyle kemale taşıyıp ‘’Hz. Noktayı’’ koyalım yerine.


    ------------------------

  2. #2
    alemextra - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Durum: alemextra âíå ôîğóìà
    Üyelik tarihi : 02.Ekim.2003
    Yaşı: 45
    Mesajlar : 10,337
    Tecrübe Puanı : 10
    Array

     

    images/yorumlarinizi.png
    BİR ÜSTADDAN OKUMADIM YOL NEDİR ERKÂN NEDİR
    İLMİ ZAHİR OKUMADIM KALPDEKİ BÜRHAN NEDİR



    Hacı Ahmed Ağa 8 Haziran 1969 tarihinde Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine kavuşur. Mübarek kabri şerifleri Ladik mezarlığındadır.
    Kerâmet var kerâmetin içinde

    Konu keramete gelip çatınca:

    - Takmayın kafanıza bunları oğlum! Kerâmet var kerâmetin içinde... Amma madem ki yârenliğin ucunu ganattınız söğleğim: Bu kerâmet dediğiniz şeyler kudretine azametine payân olmayan Allah'ın ilerde olacak şeyleri böğünden göstermesi gibi bir şeydir.

    Mesela ben bazı misafirlerime yaz ortasında kış kış ortasında yaz meyveleri ikram ederim... Hatırları hoş olsun diye...

    Rabbimin bir lutfu bu ihsanı... Bunun hakikatını açamam size. Üstündeki örtüyü kaldıramam. Doğru değil uygun da olmaz. Anadan üryan soyunmaya benzer bu sizin karşınızda.

    Amma meselâ bunlara benzer şeyler olacak ilerde. Şidilerde bizim memlekâtımızda pek yok olsa da yaygın değil amma ilerde camlı bahçalar olacak... Kış ortasında yaz avarı yetiştirilecek o camlı bahçalarda. Fenne devredilecek bu kerâmet o zaman yani...
    O da Allah'ın işi bu da Allah'ın işi. Allah verirse verir vermezsevermez. O istemeyince bir şey olmaz. Bir şeyi isteyebilmemiz için O'nun o şeyi istememizi istemesi lazım.
    Allah bir kuluna kerâmet kapısı açınca depelerine çıkılmaz cebel cebel dağları kum taneleri gibi küçültüverir ona derdi.
    Bir itirazın varsa dışarı vur

    Ahmed Ağa'nın cigarasına takıldı bir adam bir gün.
    "-Ahmed Ağa'yı bir de evliyadan diller... Evliyanın işi ne mekruhtla yaav? Fesübhanallah!..." diye içinden geçirirken Ahmed ağa hiç o değilden sanki ona değil de bir başkasına söylüyormuş gibi konuştu:
    - Oğlum dedi gönliünde dedikodu yapıp durma! İçini gıybetle bulandırma! Eğer bir safran tafran bişiyin varsa dışına kus da kurtul geç!
    "-Kime söylüyor acaba bunları?" diye kıvranmaya başladı adam. Çünkü mecliste Ahmed Ağa'dan başka bir şey söyleyen bir şey soran yoktu.
    O adam "-Kime söylüyor acaba bunları?" diye içinden iç geçirince Ahmed Ağa:
    - Sana söğleryorum oğlum sana! Kime olacak sana! Kalbinde sakladığın teşviş fitne olur san! Önünü keser durur! Gönlüne saab ol! Bir itirazın varsa dışına vur! Tutma içinde... İçinde tuttuğun her şey yara olur. İçinde tutulacak şey vaar tutulmayacak şey var. Bunları ayıramazsan hayatın heder olur der.
    Nasıl bir Hızır bekliyordun?

    Akşehir Kaymakamı Ahmed Ağa'ya:
    - Ahmed Ağa demiş siz hep görüşüyorsunuz bir de bana göster Hızır Aleyhisselâmı!..
    Ahmed Ağa Kaymakamın talebine yuvarlak çerçeveli bir cevap vermiş:
    - Oğlum nasibse görürsünüz inşallah! demiş.
    Ahmed Ağa'nın hayranlarından olan Kaymakam bir Ramazan günü iftara yakın iftar sofrasına oturmuşlar ailecek iftar topunu bekliyorlar... Kaymakam sigara tiryakisiymiş. Kaymakam tiryakiliğin verdiği ruh haliyetiyle beklerken kapısı üç kez çalınmış. Çıkmış bakmış Kaymakam kapıda bir adam:
    -Biseciii! Bise alırmısınız efendiii?
    Arkasında da bir deve geviş getiriyor geve geve.
    Ne desin Kaymakam?
    - Ne bisesi be adam? Biseyi ne yapayım ben?
    - Peki efendi kızma! Bizden sorması sanki ısmarlamış gibiydiniz de... Hadi iftar-ı şerifler hayrolsun! demiş çekmiş devesinin yularını:
    - Biseciii! Bise alan katran alan...
    Kaymakam kapıyı kapatıp da sofraya dönerken mırıldanıp kendi kendine içinden: Allah Allaaah! Bu saatte bise mi satılır be adam? Mübarek iftar vakti... Fesûbhanallah! çekmiş.

    Bir müddet sonra tekrar Ladik'e gittiği zaman:
    - Aşk olsun Ahmed Ağa bize Hızır Aleyhisselâmı daha göstermeyecen mi Hacı Babam? diye sitem etmeye kalkınca Ahmed Ağa:
    - Size de aşk olsun hay guzum! Kapınıza gelen Hızır'ı kovarsınız ondan sonra da gelir bize sitem yaparsınız! demiş.
    Kaymakam şaşkınlık içinde:
    - Ne demek o? Ne zaman geldi Hacı Babam? diye sorunca Ahmed Ağa:
    - Ramazanın son günlerinde siz sofrada beklerken kapınıza bir Biseci geldi mi?
    - Geldi?
    - Devesinin semerindeki katran küplerine dikkat ettin mi semere bağlı mıydı değil miydi?
    - Ben bu tiryaki kafasıyla nerden dikkat edecem ona Hacı Babam?
    - İçeceksen sen iç cigarayı oğlum! Cigara seni içmesin!... Hem sen nasıl bir Hızır bekliyordun? Yakası kartlı kravatlı birini mi bekliyordun? Kolalı gömlekli ütülü pantolonlu birini mi bekliyordun? Neyse... Gördün işte gayrı... Görmedim diyemezsin! Kaçırdın ammaa gördün işte yine de... demiş ve teselli etmiş Kaymakamı Ahmed Ağa ama.... Kaymakam epey eyvah çekmiş tabiii..

    Çölde Bir Mehmetçik
    Ladikli Hacı Ahmed Ağa seferberlikde cepheye gitti. Pınar Losfaki Çatalca Vokestin Dökme Meydan Muharebelerine katılarak kahramanca çarpıştı. Daha sonra; Makedonya'da Yunanistan Arnavutluk ve Bulgaristan'da çeşitli cephelere katılan Ahmed Ağa cepheden cepheye koştu.
    Hacı Ahmed Ağa anlatıyor:
    "-Şimdiki yahudilerin yerleştiği Gazze şehri civarında İngilizlerle harp ederken mensup olduğum birlik İngilizler'ce pusuya düşürülmüş birliğin tamamı makinalı tüfeklerle taranıp bir kısmı öldürülmüş bir kısmı da yaralanmıştı. Ben de vurularak çöle düştüm. Yanımdaki arkadaşlar da peş peşe vurularak üzerime düşerek şehid oldular. Bunların arasında sıcaktan kavrulan kumların üzerinde son derece susuzluktan yanıyor bir taraftan da yaralarım sızlıyordu. Artık Mevla'ma yönelmiş O'na kavuşma anımı bekliyordum. Bulunduğumuz mevki; Esas birliğimize üç günlük yol bu arada hiçbir canlı yok. Yardım ve kurtuluş ümidi kalmamıştı. Tam bu sıralarda; Nihayetsiz kerem sahibinin Kudret ve Vefa eli bize erişti...
    Tam çaresizlik içerisinde sıcak kumlar üzerinde susuzluktan kavrulan bedenim al kanlar içinde mecalsiz yaralarım sızlarken Güneş’in vurduğu yerden bir beyaz atlı belirdi bize doğru geliyordu. Düşman zannı ile korkumdan kendimi ölüler arasında ölmüş gibi göstererek yere yatmıştım.
    Atlı bize yaklaştı ve bana..:
    -Esselamüaleyküm..! Ahmet ne oldu yaralandın mı? Kalk bakalım..!
    Diyerek ismimi söyleyince korkum kalmadı başımı kaldırdım baktım..
    -Kalkmaya mecalim yok.. dedim.
    Attan inip yanıma geldi beni sıkıştıran şehid arkadaşlarımı üzerimden birer birer çekti. Susuzluktan yanıyordum.
    -Sana su vereyim mi? Deyip su dolu bir matara verdi.
    Susuzluktan yanan bağrıma o Vefa elinin verdiği; hayat ve aşk bahşeden şifa suyunu içtim... kana kana..!
    Mubarek Zat; Ellerini sızlayan yaralar üzerinde gezdirirken sızılarım duruyor taze hayat buluyordum. İşte o su beni başka bir aleme götürdü.
    Bana ne oldu ise; Rahman’ın Vefa elinden içtiğim o hayat ve aşk bahşeden sudan sonra oldu.!
    Sonra beni kaldırıp atının terkisine aldı. En yakın üç günlük yoldaki genel karargaha götürdü. Bu yolu nasıl ne zaman geldiğimizi bilemedim. Karargahın yakınına atının terkisinden beni indirdi. Bir değneğe kırmızı bir bez bağlayıp askerlere salladı. Ayrılacağımız zaman beni getiren bu Zat’a..:
    -Efendim sizi bir daha görecek miyim? dedim.
    Mubarek Zat bana..:
    -Ahmet Ağa; Eğer sen Hak rızası için yaşarsan her zaman seninle beraberiz. Yok öyle yaşamazsan bu son görüşmemiz... dedi ve ilave etti..:
    -Askerler gelip seni alınca sana inanmazlar. Onlara beni nöbetçi subaya götürün dersin.
    Hadiseyi nöbetçi subayına anlat benim de selamımı söyle..! dedi ve kayboldu.
    Askerler bir sedyeyle gelip beni aldılar. Beni götürürlerken parola soruyorlardı; fakat ben cevap veremiyordum. Birliğimi söyledim bana inanmadılar..:
    -O birlik vurulup yok edilmiş. Hem sen kurtulduysan senin söylediğin birlik buraya 3 günlük yol. Nasıl geldin? Sen yalan söylüyorsun! dediler.
    Ben de :
    -Siz beni nöbetçi subayına götürün.. dedim. Askerler beni nöbetçi subayına götürdüler.
    Nöbetçi subayı ehli hal aşık bir kimseymiş. Ben nöbetçi subayına; Birliğimizin başına gelenleri yaralanıp düştüğümü beni kurtaran Adam’ın gelişini ve durumunu anlatırken subay heyecanlanıyordu kendisine...:
    -Beni kurtaran kimsenin size selamı var..! deyince..
    Subay hemen altındaki sandalyeyi bana verdi bana hürmet etmeye başladı ve ..:
    -Nasıl oldu bir daha anlat..!
    Diyerek üç kere tekrar ettirdi. Her tekrar edişinde heyecanı daha da artıyordu. Hemen beni tedaviye alıp yaralarımı sardılar. Yaramı saran doktor işin farkına varmış bana inanmayanlara:
    -Sizin burnunuz koku almıyor mu? Şimdiye kadar hiçbir askerde böyle bir koku duydunuz mu? Şu hastanın kokusuna bakın mis gibi kokuyor... dedi.
    Ben hastanede bulunduğum müddet içerisinde Hocam bir iki defa ve bana :
    -Ahmed terhis olup memleketine gittiğinde ben yine gelip seni bulacağım merak etme!.. dedi gitti.

    Elhamdulillah iyileşip taburcu oldum. Çok sürmedi bizi terhis ettiller artık memleketim olan Ladik’e gelmiştim.

    İşte Hocamın bana çölde yaralı iken gelip kurtardığı sırada verip içirdiği bana hayat bahşeden o sudan sonra bende bir aşk başladı. Aşk ateşi beni günden güne benim sinemi yakmaya ve beni dağlara ıssız yerlere sürüklemeye başladı. Evde duramaz oldum derdimi de kimseye anlatamıyordum.
    Yine bir gün sıkıntımdan üzüntü ve kederimden ne yaptığımı ne yapacağımı bilmez bir halde iken Aşk’ın galebesi ile dağlara çıkıp gittim.

    Bir kış günü idi her taraf kar kaplı. Bir de baktım ki onbir tane kurt arkama düştüler. Durumlarından aç oldukları belli idi. Korkup olduğum yerde durdum onlar da durdular.
    -Yaa Rab..! Sen muhafaza eyle.! Diyerek Rabbıma niyaz ettim.
    Hayvanlar ağızlarını kaldırarak hep birden öyle bir uludular ki; Vücudumun bütün kılları adeta elbisemden dışarı çıkmıştı. Tam o sırada semadan kurtların üzerine beyaz koyun kuyruğu şeklinde birşey indi. Hemen kapışıp yediler ve birazını bırakıp gittiler.
    Onlar gittikten sonra o şeyin düştüğü yere varıp;
    Acaba bir parça kalmış mı? Diye bakarken ufacık bir parça buldum. Hakikaten kuyruk şeklinde beyaz ve yumuşak bir şeydi. Bu parçayı aldım yedim. Günlerce açlık hissetmedim..!

    İşte böyle günler aylar geçiyor. Hep gözlerim yolları gözlüyor. O’nu bekliyorum ;çünkü;
    -Geleceğim... demişti.
    Gönlümdeki yangın ateşi arttıkça lisanım gönlümdeki feryadı dışarıya döküyordu...
    Tam oniki sene geçmişti aradan. Nihayet bir gün Elhamdülillah Hocam teşrif edip göründüler artık dünyalar benim oldu.
    İşte o günden sonra hemen hemen hergün uğrar lüzum eden ders ve malümatı verirdi. Zaman geldi artık beni alır kendisi ile beraber manevi toplantılara götürürdü. Kendisi gelmediği zaman manevi telefonla haberleşir emredilen yere saatinden önce varırdım. Daima böyle saatinden önce vardığım için de üstadım beni çok sever memnun olurdu.


    Kaynak:
    1) Ladikli Ahmed Ağa Mustafa Özdamar Kırkkandil Yayınları 2004
    2) Üveysi Hacı Ahmed Ağa Osman Karabulut Şems Yayınları

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Sosyal Bağlantılar

Sosyal Bağlantılar

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

 

 

 

  • | tweetyy | Non Stop Konya | GorevHUB |
  •  

     

     

     

     

     

     

    1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178