- Katılım
- 30 Ara 2023
- Mesajlar
- 9,555
-
-
- Konu Yazar
- #1
% Kaç Müslümanız ?
Toplumda örnek alınan insanların sayısı çok fazla değildir. Örgü örmeyi seven bayanlar komşusunun elinde örmeye çalıştığı bir oyayı görünce ve onu da beğenince bir örneğini çıkarmaya çalışır. Kimilerinin hafızası o kadar kuvvetlidir ki birinin üzerindeki kazağın örneğini bir bakışta çıkarıverir.
Bazen huyunu ahlakını beğendiğimiz bir kimsenin oğlunu kızını damadını gelinini; kendi oğlumuz kızımız damadımız ve gelinimiz ile karşılaştırırız. Bazen kendi canlarımızı yereriz. Niye? Onları beğenmediğimiz için…. Yaptıklarının doğru olmadığını belirtmek için… O anlattığımız örnek aldığımız kimseler gibi olmadığı için….
Bizler; iyiyi kötüden ayırt etmeyi birbirimizi sevmeyi paylaşmayı yardımlaşmayı ahlakın güzelliklerini dürüstlüğü doğruluğu erdemli bir davranışı hoşgörünün en mükemmelini insana saygının en yücesini şefkat ve merhametin sınır tanımayan boyutunu adaletin en güzel tatbikatını kısaca her şeyin en iyisini ve en güzelini o Rahmet Peygamberinin tebliğ tavsiye ve uygulamalarından öğrendik. Hayatımızı anlamlı kılan değerlerimizi dünya ve ahiret dengesini insan onuruna uyan yaşama sanatını bizlere hep o gösterdi.
Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK Peygamberimizin örnekliğini onu ölçü almamızı ona uymayan ölçünün hayat bile olsa önemli olmadığını reddedilmesi gerektiğini bakın ne güzel ifade etmiş:
“Müjdecim Kurtarıcım Rehberim Peygamberim
Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim.”
Ölçümüz örnek alacağımız insanın Hazreti Muhammed (sav) olması gerektiği başka nasıl ifade edilebilir.
Bizleri yaratan Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de peygamberimizden bahisle: “Andolsun ki Allah’ın Rasülünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”[1] buyuruyor. İşte bu yüzden ashab-ı kiram onun hayatını titizlikle incelemiş ilke ve prensiplerini önce kendileri için örnek almış hem de kendilerinden sonra gelecek olan nesillere aktarmak için büyük bir gayret ve özen göstermişlerdir.
İslam bilginlerinden İbni Hazm’ın şöyle söylediği kaydedilmektedir: “Ahiret iyiliğini düzgün yaşayışı ve bütün faziletleri kazanmak isteyen kişi Hz. Muhammed’i örnek alsın. Çünkü Rasülullah bütün hayırlarda en ileridedir. Allah onun ahlakını övmüş faziletleri en mükemmel şekliyle onda toplamış ve onu her türlü kusurlardan arındırmıştır.”[2]
O Yüce Peygamber asırlar öncesinde günümüze hitap ederek bizleri uyarmıştır. Şimdi gündüz arabanızla yolda giderken karşı yönden gelen bir sürücü farlarını yakarak sizlere bir şeyler anlatmak istese ne yaparsınız? Ne düşünürsünüz? Bu karşıdan gelen sürücü beni tanımadığı halde niçin böyle bir davranış içine girmiştir? Bana ne anlatmak istemiştir?
Belki de karşıdan gelen sürücü yolda bir polis aracının olduğunu kontrol olduğunu radarla hız kontrolü yapıldığını haber veriyorsa farlarını yakıp beni uyardı diye o kimseye teşekkür mü etmek lazım yoksa yaktığı farların ışıkları gözlerimi rahatsız etti diye kızmak mı?
İşte kendisini kendimize rehber müjdeci kurtarıcı ve ölçü olarak aldığımız o yüce peygamber de hayat yolunda önümüze çıkacak engeller gelmeden önce bizi hadisleriyle güzel bir şekilde uyarıyor.
Peygamber Efendimiz bize kim olduğumuzu nereden gelip nereye gittiğimizi öğreten; neye hangi gözle bakmamız gerektiğini anlatan; en iyiye ve mükemmele nasıl ulaşacağımızı belleten bir peygamberdir. Kısacası fani ömrü en iyi şekilde değerlendirmenin yolunu dünya hayatında başarılı olmanın yöntemini gösterendir.
Sözlerin en hayırlısının Kur’an-ı Kerim gidilecek yolların en iyisinin kendi yolu olduğunu kesin bir dille söyleyen; Allah’ın kitabını elimize alarak kendi yoluna düşmemizi Kitabullah’ı okuya okuya buyruklarını yapa yapa izinden gitmemizi tembih eden O’dur. Böyle yaptığımız takdirde hiçbir yanlışa düşmeden bizi yutmayı bekleyen kurtlara yem olmadan yolun sonuna varacağımızı hatırlatan O’dur.
Gösterdiği yolun Cennet’e çıkacağını ama daha önce sarp dağlardan taşlı dikenli yerlerden geçileceğini bildiren yine O’dur. Zahmetli de olsa bu yoldan gitmeye bakın diyen de O dur. Daha düz ve cazip adeta güllük gülistanlık görünen ikinci bir yoldan daha bahsederek o yolun cehenneme çıktığını söyleyen ve o yola girmeyin diye sıkı sıkı tembih eden de O’dur.[3]
“Cehennem nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmıştır; cennet ise nefsin istemediği şeylerle çepeçevre sarılmıştır.” [4]
Rasül-i Ekrem Efendimiz’in cevâmiü’l-kelim nitelikli beyanlarından olan bu hadis-i şerif nefse karşı verilecek mücahedenin önemini ve neticesini çok özlü ve düşündürücü bir şekilde ortaya koymaktadır. Azab yeri olan cehennem nefse hoş gelen haramlarla sarılıp süslenmiştir. Nefsin istekleri yerine getirilirse gidilecek yer cehennemdir. Aşırı istekler (şehvetler) peşine düşenleri örümcek ağı gibi cehenneme çeker götürür. Bunların nefse hoş gelmesine aldanmamak gerekir. Çünkü arkası ateştir azaptır.
Cennet ebedî mutluluk yurdudur. Ona nefis açısından bakıldığı zaman başlangıçta nefsin hiç de hoşlanmadığı ibadet fazilet ve fedakarlıklarla perdelendiği görülür. İnsan nefsi bu güçlüklere katlanmak istemez. Ancak gerçek mutluluk geçici zorluklara katlanıp o perdeleri arayabilmektedir. İşte nefisle mücadele bu noktada odaklaşmaktadır. Mücahede bu noktada büyük bir önem ve anlam kazanmaktadır.
Nefis kendi başına bırakılırsa gerisini düşünmeden hoşuna giden şeylerin peşine düşer. Halkımız bu gidişin duygusallığını “Kızı kendi gönlüne bırakırsan ya davulcuya varır ya da zurnacıya” sözüyle pek güzel belirtir. Görünüşe aldanmamak gerektiğine de bir edibimiz “zehiri teneke kupayla sunmazlar” sözüyle dikkat çeker.
Duyguları akıl tecrübe ve vahyin ışığında uyarmak ciddi ve meşru işlere yönlendirmek gerekmektedir. Zira gerçek ve sürekli mutluluk yani cennet böyle bir mücahede ile kazanabilecektir. [5]
Nefsin istekleri ne kadar cazip de olsa onlara boyun eğmemek ibadetler ve diğer buyruklar nefse ne kadar zor ve ağır gelse de onları seve seve yapmak gerektiğini bize o anlattı.
“Cennet size ayakkabı bağınızdan daha yakındır cehennem de öyle” [6] diyerek cennetin de cehennemin de bize pek yakın olduğunu hatırlattı. Tercih edeceğimiz hayat tarzına göre cennete de cehenneme de kolayca girebileceğimizi O anlattı. İnsanın cennete de cehenneme de aynı yakınlık ve uzaklıkta olduğu seçip benimseyeceği yaşama tarzı atacağı adımlarla her ikisine de ulaşmakta zorlanmayacağı Peygamber Efendimiz(in bu özlü ifadesinden anlaşılmaktadır.
Bizden cenneti ve cehennemi ayaklarımıza temas ediyormuş gibi düşünmemiz istenmekte ve tabii ona göre sürekli bir mücahede içinde olmamızı o teşvik etti. [7]Yapacağımız işlerde hatta söyleyeceğimiz sözlerle cenneti veya cehennemi kolayca kazanabileceğimizi gösterdi:
“Söylediğiniz güzel bir söz sebebiyle Allah’ın hoşnutluğunu kazanabileceğimizi iyice düşünüp taşınmadan söyleyeceğimiz bir söz sebebiyle de cehennemi boylayabileceğimizi” hatırlattı. [8]
Bir gün Peygamber Efendimiz ikindi namazını henüz kıldırmıştı. Selam verir vermez yerinden kalktı safları yararak süratle arkaya doğru gitti ve evine girdi. Onun sakin yumuşak ve ağır başlı haline alışık olan sahabiler fahr-i kainat’ı böylesine telaşlı görünce derin bir hayrete düştüler. Acaba hangi önemli şey Rasülullah’ı telaşlandırdı diye endişeyle beklediler.
Allah’ın Rasülü çok geçmeden geri döndü. Ashabının merakla kendisine baktığını görünce onlara durumu şöyle açıkladı:
“Sadaka olarak dağıtılmak üzere eve bir miktar altın (veya) gümüş bırakmıştım. Namazda onu hatırladım. Bu malın beni hayırda acele etmekten alıkoymasını istemedim ve hemen dağıtılmasını emrettim.” [9]
Hazreti Peygamber’in bütün hal ve harekâtını son derece dikkatle izleyen sahâbiler onda görmeye alıştıkları sakin ve ağırbaşlı tavırlar dışında aceleci telaşlı bir hâl gördüler mi “nahoş bir şey mi var acaba?” diye meraklanırlardı.
Bu kez de öyle olmuştu. Hz. Peygamber’in selam verir-vermez mihrabı hemen terk edip sür’atle odasına gitmesi ashâb-ı kirâmı endişelendirmişti. Peygamber Efendimiz ise hayır işlemekte ne derece acele davranılması gereğini hem hareketi hem de sözüyle ortaya koymak suretiyle ashâbını bir yandan teskin ederken bir yandan da eğitiyordu.
Hz. Peygamber’in “beni alıkoymasından hoşlanmadım” beyanını “Allah’ı anmaktan O’na yönelmekten alıkoymasından hoşlanmadım” anlamında yorumlamak ve “Öyle babayiğitler vardır ki onları ne bir ticaret ne de bir alış-veriş Allah’ı anmaktan alıkor.” [10] ayetiyle ilgi kurmak mümkündür.
“Beni alıkoymasından hoşlanmadım” sözünü “ahirette yoluma mâni olmasını istemedim” şeklinde anlamak da mümkündür. Fakat hayır işlemekte acele davranmamaktan hele canım ne acelesi var dağıtırız yaparız gibi tembel bir duygu ve tavra alıştırmasından hoşlanmadım manasına anlamak belki konu ile ilgisi ve Müslümanların hayrı geciktirmemeyi öğrenmesi açısından daha isabetlidir. Zira altın-gümüş gibi kıymetlerin insana cimrilik ve sürekli ekonomi düşüncesi telkin ettiği ibadet esnasında bile zihni meşgul ettiği bilinen bir gerçektir. Yapılacak hayrı verilecek sadakayı geciktirmemek bu duygulara kapılmaktan insanı kurtarır. [11]
Peki biz kendimize örnek aldığımız Hazreti Muhammed Mustafa (sav) gibi böyle bir ikindi namazı kıldık mı? Yani namazda hatırımıza yapabileceğimiz bir hayrı çabuklaştırmak için bir çabaya girdik mi? Dağıtacağımız zekatımız namazda aklımıza gelip de onun dağıtılması için birilerine talimat verebildik mi?
Yoksa namazda aklımıza böyle hayırlar gelmiyor mu? Namazda biz örnek aldığımız o yüce insan gibi sadaka ve zekatların hemen yerine ulaşması için gayret gösterebiliyor muyuz?
Şimdi bizler kendimize rehber kurtarıcı müjdeci örnek ve ölçü aldığımız O Yüce Peygamberin sözlerinden hadislerinden hareketle kendi kendimize bir köşeye çekilerek bazı sorular soralım.
Bizim en önemli meselemiz iyi bir Müslüman iyi bir mü’min olabilmektir. Mü’min olabilmek için de kendimizi her an hesaba çekmemiz yani düşünce ve davranışlarımızı her an kontrol etmemiz gerekmektedir. Peygamber Efendimiz bu konuda bize şunları söylüyor:
“Akıllı kişi nefsine hakim olan ve ölüm sonrası için çalışandır” [12]
Diğer bir söyleyişle akıllı adam kıyamette hesaba çekilmeden önce kendini dünyada hesaba çeken kişidir. Hz. Ömer’in konuyla ilgili sözü ne kadar güzeldir.
“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz. Allah’ın huzurunda vereceğiniz o büyük hesaba kendinizi şimdiden hazırlayınız. Kendini daha dünyada iken hesaba çekenlerin ahiretteki hesapları kolay geçecektir.” [13]
Kendini hesaba çekmenin çeşitli yolları vardır. İnsan kendi kendine bazı sorular sormak ve bu soruların cevabını aramak suretiyle de nefis muhasebesi yapabilir.
Peygamber Efendimiz bizim için örnek rehber kurtarıcı müjdeci ve ölçüdür demiştik. Şimdi yaşadığımız Müslümanlık ile kendimize örnek aldığımız Hz. Muhammed’in ölçülerini karşılaştırarak Müslümanlığımızın derecesini ölçmeye çalışalım.
Bir köşeye mi çekiliriz yoksa nerede olursa olsun hafif bir tefekküre mi dalarız onu sizlere bırakıyorum. Ancak Müslümanlığımızın yüzdesini öğrenebilmek için madde madde soracağımızı soruları kendi nefsimizde değerlendirmenizi istiyorum.
Madem Peygamberimizi çok seviyoruz onu adı anıldığında büyük bir coşku ile salat ve selam gönderiyoruz şefaatine kavuşmak için dualar ediyoruz. O halde biz ne kadar peygambere yakınız peygamber bize ne kadar yakın….
Oğlumuza kızımıza bir iş buyurduğumuzda o işin zamanında ve dediğimiz gibi olmadığını görünce tepkimiz nasıl oluyor? Emrettiğimiz yapılmasını istediğimiz işin yerine getirilmemesi bizi mutlu mu ediyor yoksa mutsuz mu? Bir beşer olarak kendi canımızdan kendi kanımızdan meydana gelen evlatlarımıza olumsuz tepki gösterebiliyor azarlayabiliyor hatta onları maddi olarak incitebiliyoruz.
Peki aynı şeyi Rasülullah bize söylüyor biz yapmadığımız takdirde bir an kendimizi Peygamberimizin yerine koyuyor acaba hükmü doğru olarak verebiliyor muyuz?
Şimdi küçük bir denemesini yapalım. Kendimize sorular yöneltelim. Cevaplarını da kendimiz vermeye çalışalım. Ama cevap vermeden önce Peygamberimizin bu konudaki fikirlerini hadislerini de dikkate alalım.
İşte birinci soru geliyor:
1) ACABA BEN KONUŞTUĞUM ZAMAN FAYDALI VE HAYIRLI SÖZ SÖYLÜYOR MUYUM?
Çünkü Rasülullah (sav):
“….. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna iyilik etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse ya hayır söylesin ya da sussun.” [14] buyurmaktadır.
Hadisimiz İslam ahlakının üç önemli konusunu ele almaktadır. Komşuya ve misafire ikrama verilen önemin yanında konuştuğu zaman ya güzel konuşmak yada susmanın tavsiye ediliyor. Her tavsiyenin başında Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa diye konunun önemi üç defa vurgulanıyor.
Konuşmak isteyen kimse önce düşünmelidir. Söyleyeceğim sözün kendisine veya başkasına fayda getirip getirmeyeceğine bakmalıdır. Söyleyeceği söz faydalı ise söylemeli değilse susmalıdır. Çünkü faydasız söz hem kendine hem de başkalarına zarar verir. Susmak suretiyle zarardan korunmak da bir faydadır.
Susmak faydasız söylemekten çok daha faziletli o zaman…. Şöyle kendimize bakalım. Bir gün boyunca başta eşimize çocuklarımıza cami cemaatine komşumuza bakkalımıza esnafımıza köylümüze işçimize memurumuza amirimize faydalı ne söyledik? Kendimize ve başkalarını faydası dokunmayan neler söyledik?
Faydasız konuşmalar çoğu zaman bizi günaha götürür. Manasını düşünmeden söylediğimiz bir söz Allah Teala’yı gücendirebilir. İnsanları birbirine düşürebilir. Unutmamalıdır ki büyük günahları hazırlayan da gereksiz ve faydasız konuşmalardır. Dilini tutan kendini fenalıklardan korumuş olur.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) “Kendisini (doğrudan) ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi kişinin iyi Müslüman oluşundandır.” [15] buyurmaktadır.
Yeri gelince doğru ve faydalı söz söylemek ise bir ibadet olur. Yerinde söz söyleyerek bir haksızlığı ortaya koymak insana Allah rızasını kazandırır.
Peygamber Efendimiz bu üç ahlak esasından her birini ortaya koyarken “Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa” buyurmakla bu konuların önemin belirtmek istemiştir. Esasına bakılırsa Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimselerin yapması gereken davranışlar bunlardan ibaret değildir. Rasülullah Efendimiz bu üç tavsiyeyi tutan kimselerin mükemmel bir imana sahip olduklarını anlatmak istemiştir. [16]
Demek ki konuştuğum zaman hem kendime hem de başkalarına fayda verecek sözler söylemeliyim. Aksi halde konuştuğum her faydasız ve zararlı sözün hesabı benden sorulacaktır. Çünkü Allah Teala benim yanımda beni gözetleyen konuştuğum zaman her sözü yazmaya hazır vaziyette bekleyen bir melek bulunduğunu haber vermektedir.
“Onun sağında ve solunda oturan iki alıcı (melek onun sözlerini ve işlerini) kaydetmektedir. (İnsan) hiçbir söz söylemez ki yanında kendinizi gözetleyen dediklerini zapteden (bir melek) hazır bulunmasın.”[17]
Bunun biz canlı örmeklerini dünya hayatında görmekteyiz. Haber programlarında bir işini yaptırmak isteyen vatandaştan rüşvet isterken görüntülenen kayıt altına alınan insanlara “Niye falancadan rüşvet aldın? diye sorulunca o kimseyi tanımadığını söylemekte hatta bu kimseyi ilk defa şimdi gördüğünü ifade edebilmekte ancak kendisine kaydedilen görüntüler ve konuşmalar izlettirildiği zaman söyleyecek konuşacak söz bulamamaktadır.
Müjdecim kurtarıcım rehberim peygamberim dediğimiz ona uymayan ölçü hayat bile teperim dediğimiz Hazreti Muhammed Mustafa (sav)’e inen Kur’an-ı Kerim ve çoğumuzun Cuma geceleri geçmişlerimizin ruhuna okuduğu Yasin suresinde biz farkında olmadan neler okuyoruz bakın bir dinleyelim. Yukarıda rüşvet alırken görüntülenip daha sonra inkar eden; ama çekilen görüntüleri izledikten sonra ağzı dut yemiş bülbül gibi kilitlenen insanlar hakkında Cenab-ı Allah ne buyuruyor? Kıyamet sahnelerinden bir sahneyi arz ediyor. Dünyada iken bizleri ikaz ediyor.
“O gün onların ağızlarınızı mühürleriz. Neler yaptıklarını bize elleri anlatır ayakları da şahitlik eder.” [18]
Allah Teala’nın gönderdiği son nebi son rasül Hz. Muhammed (sav) ağızların mühürleneceği ellerin konuşacağı ve ayakların şahitlik yapacağı gün gelmeden bizleri asırlar öncesinden uyaran ileride tehlike var radar var diyerek bizleri yolda uyaran sürücü gibi uyarıyor. Eğer bu uyarıya kulak verir ve kendi üzerimize alır isek bu işten kârlı çıkacak biz oluruz. Aman canım sen de dersek o gün gelmeden önce tedbirimizi almazsak vay halimize
O halde ben Allah’a da inanıyorum ahirete de inanıyorum. İnsanlara fayda verecek bir şey söyleyeceksem susmalıyım. Amel defterimi aleyhime olacak sözlerle doldurmamalıyım. Konuşacağım her faydasız söz kalbimin katılaşmasına benim Allah’tan biraz daha uzaklaşmama sebep olacaktır. Öyleyse ben faydamı ve zararımı bilmeliyim.[19]
Bu ilk soruyu başarı ile geçtikten sonra şimdi ikinci soruyu kendi kendimize soralım ve cevabını da bulmaya çalışalım…
2) ACABA BEN DİN KARDEŞLERİMİ ONLARIN HOŞUNA GİTMEYECEK ŞEKİLDE ANIYOR GIYBETLERİNİ YAPIYOR MUYUM?
Enes (ra)’den rivayet edildiğine göre Rasülullah (sav) şöyle buyurdu:
“Mi’rac’a çıkarıldığımda ben bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim.
- Ey Cebrail! Bunlar kimlerdir? diye sordum.
- Bunlar (gıybet etmek suretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve namuslarıyla oynayanlardır cevabını verdi. [20]
Peygamber Efendimiz baştan sona mucizevi bir ortamda cereyan etmiş olan Mirac olayında müşahede ettiği bazı hususları haber vermiş bulunmaktadır. Hadisimiz Efendimizin bu kabil gözlemlerinden bir sahneyi bize aktarmaktadır.
Aslında tırnaklarıyla yüz ve göğüslerini tırmalamak yaralamak özellikle câhiliye döneminde ağıtçı kadınların yaptıkları harekettir. Maalesef bu yaka-paça ölüye ağlamak demek olan niyâhâ âdetinin yurdumuzun değişik yörelerinde kadınlarımız arasında halen devam ettiği de acı bir gerçektir.
İşte Peygamber Efendimiz Mi’rac esnasında bu cahiliye kadınları gibi demir tırnaklarıyla yüz ve göğüslerini tırmalayan bir topluluk görmüş ve bunların kimler olduğunu Cebrâil (as)’dan sormuş Cebrâil de bu şekilde azap olunan kimselerin “gıybet edenler ve insanların şeref ve namuslarıyla oynayanlar” olduğunu bildirmiştir.
Efendimiz’in bu beyanı gıybetin ahirette ne tür bir cezaya sebep olacağını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. O halde böylesine çirkin ve cezası ağır olan gıybetten uzak durmaya çalışmak her Müslüman’ın özen göstermesi gerekli bir konu olmaktadır. [21]
Müjdecim kurtarıcım rehberim peygamberim önderim dediğim ona uymayan ölçü hayat bile olsa teperim dediğim adı güzel kendi güzel Hz. Muhammed (sav) Allahü Teala ile görüştüğü Mirac hadisesinde biz ümmetini uyarıyor.
Yolda giderken ilerde radar var hızına dikkat et yoksa cezayı yersin anlamında bizi farlarını yakıp söndürerek uyaran sürücü gibi siz de benim miracta gördüğüm insanlar gibi olmak istemezseniz cehenneme girmek istemezseniz uyarılarıma dikkat edersiniz diyor. Yani dedikodu ederek gıybet ederek insanların etlerini yemek suretiyle şeref ve namuslarıyla oynayanlar bu şekilde akıbetlerini göreceklerdir. Eğer hala bu hadis-i şerifi okuyup dinledikleri halde aynı kötülüğe devam edenlerin vay haline diyerek bizleri uyarıyor.
O halde ben de Müslüman kardeşlerimin bulunmadığı yerde kendilerinde olan bazı kusurları söyleyerek bu kardeşlerimi çekiştirirsem sözlerimi duydukları zaman üzülürler. Şayet ben insanları duydukları zaman üzülecekleri sözler söyleyerek çekiştirirsem hem onların kalbini kırmış hem de gıybetlerini yaparak günah kazanmış olurum. Böyle bir şeyi kesinlikle yapmamalıyım.
Müslümanlığımızın derecesini ölçmeye devam ediyoruz.
Hazreti Peygamberin ölçülerine göre ne kadar Müslümanız sorusuna cevap arıyoruz. Eğer bunu soracağımız beş soru ile test edecek olursak ve her sorunun doğru cevabını yüzde yirmi ile hesaplarsak şu ana kadar iki soru sorduk ve iki sorunun tam cevabını aldık. Dolayısıyla yüz üzerinden beş soruda ikiyi doğru cevaplamış olduk.
Yani birinci sorunun cevabında; artık konuştuğumuz zaman faydalı ve hayırlı söz söyleyeceğiz. İkinci soruya da gıybet yapmamaya söz veriyoruz. Böylece % 40’lık bölümü başarı ile tamamladık. Geldik geriye kalan % 60’lık bölüme… Şimdi üçüncü soruyu sorup cevaplandırmaya çalışacağız.
3) ACABA BEN BİRİLERİNİ ÇEKİŞTİRENLERİ YANİ ONLARIN GIYBETİNİ YAPAN KİMSELERİ DİNLİYOR MUYUM?
Allahü Teala iyi mü’minlerin: “Boş ve faydasız şeylerden yüz çevirmeleri gerektiğini” [22] söylüyor. Üstelik dinlediği sözlerden dolayı kulaklarının sorumlu olduğunu belirtiyor.
Kurtuluşa eren mü’minlerin vasıflarının tek tek sayıldığı Mü’minun suresinde onların namazda huşu içinde oldukları bildirildikten sonra hemen ikinci vasıf olarak “Boş ve faydasız sözlerden yüz çevirdikleri” ifade buyurulmaktadır. Bir anlamda boş ve faydasız şeylerden yüz çevirmenin günlük hayatın huşuu demek olduğuna dikkat çekilmektedir. Namazda gönül huzuru ne ise günlük hayatta da boş laflardan uzak kalmak odur. Yani insana aynı duruluğu ve huzuru yaşatır.
Ancak şu da bir başka gerçektir ki namazda huşu’ nasıl her zaman yakalanmazsa boş ve faydasız sözlerden uzak kalabilmek de o kadar zordur. Bu yönüyle de aralarından bir benzerlik bulunmaktadır. Başarılabilmesi halinde her ikisinin de mü’mine kazandıracağı mutluluk ve seviye gerçekten son derece büyüktür. [23]
“Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak göz ve gönül bunların hepsi o (yaptığı) ndan sorumludur.” [24]
Gıybet etmenin herhangi bir Müslümanı hoşlanmayacağı şeyleri arkasından söyleyerek çekiştirmenin haram olduğunu biliyoruz. Burada ise bizzat kendisi gıybet etmemekle beraber başkasının yaptığı gıybeti dinlemenin de yasak olduğunu öğrenmekteyiz. Böyle bir durumla karşılaşınca yapılacak ilk iş bir yolunu bulup bu gıybet olayına mâni olmaktır. Hadisimiz işte böylesi bir müdâhalenin yani gıybeti yapılan Müslümanı savunmanın ahiretteki sonucunu bildirmektedir.
Öyleyse ben Rasülullah Efendimiz’in tavsiye ettiği gibi ya din kardeşimin haysiyetini ırz ve namusunu onu çekiştirenlere kaşı korumalıyım veya böyle meclislerden kalkıp giderek tavrımı koymalıyım.
Hemen hemen her gün ve saatte yaşadığımız bir olaydır. Bir dost meclisinde bir kahve toplantısında hanımların bir araya geldiği altın günlerinde vb. toplantılarda ya gıybet yapılır ya da gıybet dinlenir.
Peki gıybet’e Kur’an nasıl bakıyor? Biz mü’minleri hangi tehlikelerin beklediğini haber veriyor? Gıybet yapılırsa gıybet edenin ve edilenin durumu ne olacaktır? İşte bu soruların cevabını bakın Allahü Teala bize nasıl haber veriyor?
“ Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Zira zannın bazısı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın ve bazınız bazınızı gıybet etmesin. Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? Bak hemen ondan tiksindiniz. Allah’tan korkun şüphesiz Allah tövbeleri kabul edendir çok merhametlidir.” [25]
Hüsn-ü zan; her şeyi iyiye yorma her şeyin iyi tarafını görmedir.
Sû-i zan da; bunun tam tersidir.
Bu zan’na bir örnek verelim: İki arkadaş bir köşe başında durmuş karşıdan sallanarak gelen ve elinde de gazete kağıdına sarılı bir şişe olan adam görüyorlar. Birisi şöyle diyor; “Adama bak akşama kadar meyhanede içmiş doyamamış eline bir şişe almış içmeye devam ediyor.” Diğer arkadaş ise; “ Adam akşama kadar ayakta çalışmış yorgun düşmüş akşam da çocuğuna süt götürüyor.” Bu arkadaşlardan ikisi de o şahsı içerken görmediler. Birisinin ki “hüsnü zan” diğerinin ki “sûi zandır”.
Hüsn-ü zanda bulunan her zaman sevap alır. Sûi zanda bulunan ise dediği doğru olsa bile günaha girer. Çünkü gözü ile görmediği bir konuda karar vermiştir.
Efendimiz “gıybet için yapılan söz denize karışsa bulandırır” [26] Gıybetin rüzgarların kokusunu bile değiştireceğine işareten bir gün rüzgarda kötü bir koku hissedilince Efendimiz “Bu koku insanların gıybetini yapanların kokusudur” [27] buyurmuştur.Efendimize “Gıybet nedir?” denildiğinde “Kardeşinin hoşlanmadığı şekilde onu anmandır” [28] buyurdu.
Yani gıybet etmenin ne kadar kötü ve iğrenç bir karşılığı olacağının ifadesidir. [29]
İnsanlar birbirlerinin yüzlerine karşı söyleyemedikleri sözleri niçin söylerler?
Sevdiği konuştuğu kardeşi bu çirkin sözleri niye yüzüne karşı söyleyemez? Günümüzün gelişen teknolojisinden istifade ederek bazı kişiler cep telefonlarına mesaj göndererek meramlarını ifade edebilmektedirler. Kişilerin şeref haysiyet ve namuslarına dil uzatabilmektedirler.
Rasülullah (sav): “Kim din kardeşinin haysiyetini ırz ve namusunu onu çekiştirenlere karşı korursa Allah da onu kıyamet gününde korur.” [30]
Devamı aşagıda
Toplumda örnek alınan insanların sayısı çok fazla değildir. Örgü örmeyi seven bayanlar komşusunun elinde örmeye çalıştığı bir oyayı görünce ve onu da beğenince bir örneğini çıkarmaya çalışır. Kimilerinin hafızası o kadar kuvvetlidir ki birinin üzerindeki kazağın örneğini bir bakışta çıkarıverir.
Bazen huyunu ahlakını beğendiğimiz bir kimsenin oğlunu kızını damadını gelinini; kendi oğlumuz kızımız damadımız ve gelinimiz ile karşılaştırırız. Bazen kendi canlarımızı yereriz. Niye? Onları beğenmediğimiz için…. Yaptıklarının doğru olmadığını belirtmek için… O anlattığımız örnek aldığımız kimseler gibi olmadığı için….
Bizler; iyiyi kötüden ayırt etmeyi birbirimizi sevmeyi paylaşmayı yardımlaşmayı ahlakın güzelliklerini dürüstlüğü doğruluğu erdemli bir davranışı hoşgörünün en mükemmelini insana saygının en yücesini şefkat ve merhametin sınır tanımayan boyutunu adaletin en güzel tatbikatını kısaca her şeyin en iyisini ve en güzelini o Rahmet Peygamberinin tebliğ tavsiye ve uygulamalarından öğrendik. Hayatımızı anlamlı kılan değerlerimizi dünya ve ahiret dengesini insan onuruna uyan yaşama sanatını bizlere hep o gösterdi.
Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK Peygamberimizin örnekliğini onu ölçü almamızı ona uymayan ölçünün hayat bile olsa önemli olmadığını reddedilmesi gerektiğini bakın ne güzel ifade etmiş:
“Müjdecim Kurtarıcım Rehberim Peygamberim
Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim.”
Ölçümüz örnek alacağımız insanın Hazreti Muhammed (sav) olması gerektiği başka nasıl ifade edilebilir.
Bizleri yaratan Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de peygamberimizden bahisle: “Andolsun ki Allah’ın Rasülünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”[1] buyuruyor. İşte bu yüzden ashab-ı kiram onun hayatını titizlikle incelemiş ilke ve prensiplerini önce kendileri için örnek almış hem de kendilerinden sonra gelecek olan nesillere aktarmak için büyük bir gayret ve özen göstermişlerdir.
İslam bilginlerinden İbni Hazm’ın şöyle söylediği kaydedilmektedir: “Ahiret iyiliğini düzgün yaşayışı ve bütün faziletleri kazanmak isteyen kişi Hz. Muhammed’i örnek alsın. Çünkü Rasülullah bütün hayırlarda en ileridedir. Allah onun ahlakını övmüş faziletleri en mükemmel şekliyle onda toplamış ve onu her türlü kusurlardan arındırmıştır.”[2]
O Yüce Peygamber asırlar öncesinde günümüze hitap ederek bizleri uyarmıştır. Şimdi gündüz arabanızla yolda giderken karşı yönden gelen bir sürücü farlarını yakarak sizlere bir şeyler anlatmak istese ne yaparsınız? Ne düşünürsünüz? Bu karşıdan gelen sürücü beni tanımadığı halde niçin böyle bir davranış içine girmiştir? Bana ne anlatmak istemiştir?
Belki de karşıdan gelen sürücü yolda bir polis aracının olduğunu kontrol olduğunu radarla hız kontrolü yapıldığını haber veriyorsa farlarını yakıp beni uyardı diye o kimseye teşekkür mü etmek lazım yoksa yaktığı farların ışıkları gözlerimi rahatsız etti diye kızmak mı?
İşte kendisini kendimize rehber müjdeci kurtarıcı ve ölçü olarak aldığımız o yüce peygamber de hayat yolunda önümüze çıkacak engeller gelmeden önce bizi hadisleriyle güzel bir şekilde uyarıyor.
Peygamber Efendimiz bize kim olduğumuzu nereden gelip nereye gittiğimizi öğreten; neye hangi gözle bakmamız gerektiğini anlatan; en iyiye ve mükemmele nasıl ulaşacağımızı belleten bir peygamberdir. Kısacası fani ömrü en iyi şekilde değerlendirmenin yolunu dünya hayatında başarılı olmanın yöntemini gösterendir.
Sözlerin en hayırlısının Kur’an-ı Kerim gidilecek yolların en iyisinin kendi yolu olduğunu kesin bir dille söyleyen; Allah’ın kitabını elimize alarak kendi yoluna düşmemizi Kitabullah’ı okuya okuya buyruklarını yapa yapa izinden gitmemizi tembih eden O’dur. Böyle yaptığımız takdirde hiçbir yanlışa düşmeden bizi yutmayı bekleyen kurtlara yem olmadan yolun sonuna varacağımızı hatırlatan O’dur.
Gösterdiği yolun Cennet’e çıkacağını ama daha önce sarp dağlardan taşlı dikenli yerlerden geçileceğini bildiren yine O’dur. Zahmetli de olsa bu yoldan gitmeye bakın diyen de O dur. Daha düz ve cazip adeta güllük gülistanlık görünen ikinci bir yoldan daha bahsederek o yolun cehenneme çıktığını söyleyen ve o yola girmeyin diye sıkı sıkı tembih eden de O’dur.[3]
“Cehennem nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmıştır; cennet ise nefsin istemediği şeylerle çepeçevre sarılmıştır.” [4]
Rasül-i Ekrem Efendimiz’in cevâmiü’l-kelim nitelikli beyanlarından olan bu hadis-i şerif nefse karşı verilecek mücahedenin önemini ve neticesini çok özlü ve düşündürücü bir şekilde ortaya koymaktadır. Azab yeri olan cehennem nefse hoş gelen haramlarla sarılıp süslenmiştir. Nefsin istekleri yerine getirilirse gidilecek yer cehennemdir. Aşırı istekler (şehvetler) peşine düşenleri örümcek ağı gibi cehenneme çeker götürür. Bunların nefse hoş gelmesine aldanmamak gerekir. Çünkü arkası ateştir azaptır.
Cennet ebedî mutluluk yurdudur. Ona nefis açısından bakıldığı zaman başlangıçta nefsin hiç de hoşlanmadığı ibadet fazilet ve fedakarlıklarla perdelendiği görülür. İnsan nefsi bu güçlüklere katlanmak istemez. Ancak gerçek mutluluk geçici zorluklara katlanıp o perdeleri arayabilmektedir. İşte nefisle mücadele bu noktada odaklaşmaktadır. Mücahede bu noktada büyük bir önem ve anlam kazanmaktadır.
Nefis kendi başına bırakılırsa gerisini düşünmeden hoşuna giden şeylerin peşine düşer. Halkımız bu gidişin duygusallığını “Kızı kendi gönlüne bırakırsan ya davulcuya varır ya da zurnacıya” sözüyle pek güzel belirtir. Görünüşe aldanmamak gerektiğine de bir edibimiz “zehiri teneke kupayla sunmazlar” sözüyle dikkat çeker.
Duyguları akıl tecrübe ve vahyin ışığında uyarmak ciddi ve meşru işlere yönlendirmek gerekmektedir. Zira gerçek ve sürekli mutluluk yani cennet böyle bir mücahede ile kazanabilecektir. [5]
Nefsin istekleri ne kadar cazip de olsa onlara boyun eğmemek ibadetler ve diğer buyruklar nefse ne kadar zor ve ağır gelse de onları seve seve yapmak gerektiğini bize o anlattı.
“Cennet size ayakkabı bağınızdan daha yakındır cehennem de öyle” [6] diyerek cennetin de cehennemin de bize pek yakın olduğunu hatırlattı. Tercih edeceğimiz hayat tarzına göre cennete de cehenneme de kolayca girebileceğimizi O anlattı. İnsanın cennete de cehenneme de aynı yakınlık ve uzaklıkta olduğu seçip benimseyeceği yaşama tarzı atacağı adımlarla her ikisine de ulaşmakta zorlanmayacağı Peygamber Efendimiz(in bu özlü ifadesinden anlaşılmaktadır.
Bizden cenneti ve cehennemi ayaklarımıza temas ediyormuş gibi düşünmemiz istenmekte ve tabii ona göre sürekli bir mücahede içinde olmamızı o teşvik etti. [7]Yapacağımız işlerde hatta söyleyeceğimiz sözlerle cenneti veya cehennemi kolayca kazanabileceğimizi gösterdi:
“Söylediğiniz güzel bir söz sebebiyle Allah’ın hoşnutluğunu kazanabileceğimizi iyice düşünüp taşınmadan söyleyeceğimiz bir söz sebebiyle de cehennemi boylayabileceğimizi” hatırlattı. [8]
Bir gün Peygamber Efendimiz ikindi namazını henüz kıldırmıştı. Selam verir vermez yerinden kalktı safları yararak süratle arkaya doğru gitti ve evine girdi. Onun sakin yumuşak ve ağır başlı haline alışık olan sahabiler fahr-i kainat’ı böylesine telaşlı görünce derin bir hayrete düştüler. Acaba hangi önemli şey Rasülullah’ı telaşlandırdı diye endişeyle beklediler.
Allah’ın Rasülü çok geçmeden geri döndü. Ashabının merakla kendisine baktığını görünce onlara durumu şöyle açıkladı:
“Sadaka olarak dağıtılmak üzere eve bir miktar altın (veya) gümüş bırakmıştım. Namazda onu hatırladım. Bu malın beni hayırda acele etmekten alıkoymasını istemedim ve hemen dağıtılmasını emrettim.” [9]
Hazreti Peygamber’in bütün hal ve harekâtını son derece dikkatle izleyen sahâbiler onda görmeye alıştıkları sakin ve ağırbaşlı tavırlar dışında aceleci telaşlı bir hâl gördüler mi “nahoş bir şey mi var acaba?” diye meraklanırlardı.
Bu kez de öyle olmuştu. Hz. Peygamber’in selam verir-vermez mihrabı hemen terk edip sür’atle odasına gitmesi ashâb-ı kirâmı endişelendirmişti. Peygamber Efendimiz ise hayır işlemekte ne derece acele davranılması gereğini hem hareketi hem de sözüyle ortaya koymak suretiyle ashâbını bir yandan teskin ederken bir yandan da eğitiyordu.
Hz. Peygamber’in “beni alıkoymasından hoşlanmadım” beyanını “Allah’ı anmaktan O’na yönelmekten alıkoymasından hoşlanmadım” anlamında yorumlamak ve “Öyle babayiğitler vardır ki onları ne bir ticaret ne de bir alış-veriş Allah’ı anmaktan alıkor.” [10] ayetiyle ilgi kurmak mümkündür.
“Beni alıkoymasından hoşlanmadım” sözünü “ahirette yoluma mâni olmasını istemedim” şeklinde anlamak da mümkündür. Fakat hayır işlemekte acele davranmamaktan hele canım ne acelesi var dağıtırız yaparız gibi tembel bir duygu ve tavra alıştırmasından hoşlanmadım manasına anlamak belki konu ile ilgisi ve Müslümanların hayrı geciktirmemeyi öğrenmesi açısından daha isabetlidir. Zira altın-gümüş gibi kıymetlerin insana cimrilik ve sürekli ekonomi düşüncesi telkin ettiği ibadet esnasında bile zihni meşgul ettiği bilinen bir gerçektir. Yapılacak hayrı verilecek sadakayı geciktirmemek bu duygulara kapılmaktan insanı kurtarır. [11]
Peki biz kendimize örnek aldığımız Hazreti Muhammed Mustafa (sav) gibi böyle bir ikindi namazı kıldık mı? Yani namazda hatırımıza yapabileceğimiz bir hayrı çabuklaştırmak için bir çabaya girdik mi? Dağıtacağımız zekatımız namazda aklımıza gelip de onun dağıtılması için birilerine talimat verebildik mi?
Yoksa namazda aklımıza böyle hayırlar gelmiyor mu? Namazda biz örnek aldığımız o yüce insan gibi sadaka ve zekatların hemen yerine ulaşması için gayret gösterebiliyor muyuz?
Şimdi bizler kendimize rehber kurtarıcı müjdeci örnek ve ölçü aldığımız O Yüce Peygamberin sözlerinden hadislerinden hareketle kendi kendimize bir köşeye çekilerek bazı sorular soralım.
Bizim en önemli meselemiz iyi bir Müslüman iyi bir mü’min olabilmektir. Mü’min olabilmek için de kendimizi her an hesaba çekmemiz yani düşünce ve davranışlarımızı her an kontrol etmemiz gerekmektedir. Peygamber Efendimiz bu konuda bize şunları söylüyor:
“Akıllı kişi nefsine hakim olan ve ölüm sonrası için çalışandır” [12]
Diğer bir söyleyişle akıllı adam kıyamette hesaba çekilmeden önce kendini dünyada hesaba çeken kişidir. Hz. Ömer’in konuyla ilgili sözü ne kadar güzeldir.
“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz. Allah’ın huzurunda vereceğiniz o büyük hesaba kendinizi şimdiden hazırlayınız. Kendini daha dünyada iken hesaba çekenlerin ahiretteki hesapları kolay geçecektir.” [13]
Kendini hesaba çekmenin çeşitli yolları vardır. İnsan kendi kendine bazı sorular sormak ve bu soruların cevabını aramak suretiyle de nefis muhasebesi yapabilir.
Peygamber Efendimiz bizim için örnek rehber kurtarıcı müjdeci ve ölçüdür demiştik. Şimdi yaşadığımız Müslümanlık ile kendimize örnek aldığımız Hz. Muhammed’in ölçülerini karşılaştırarak Müslümanlığımızın derecesini ölçmeye çalışalım.
Bir köşeye mi çekiliriz yoksa nerede olursa olsun hafif bir tefekküre mi dalarız onu sizlere bırakıyorum. Ancak Müslümanlığımızın yüzdesini öğrenebilmek için madde madde soracağımızı soruları kendi nefsimizde değerlendirmenizi istiyorum.
Madem Peygamberimizi çok seviyoruz onu adı anıldığında büyük bir coşku ile salat ve selam gönderiyoruz şefaatine kavuşmak için dualar ediyoruz. O halde biz ne kadar peygambere yakınız peygamber bize ne kadar yakın….
Oğlumuza kızımıza bir iş buyurduğumuzda o işin zamanında ve dediğimiz gibi olmadığını görünce tepkimiz nasıl oluyor? Emrettiğimiz yapılmasını istediğimiz işin yerine getirilmemesi bizi mutlu mu ediyor yoksa mutsuz mu? Bir beşer olarak kendi canımızdan kendi kanımızdan meydana gelen evlatlarımıza olumsuz tepki gösterebiliyor azarlayabiliyor hatta onları maddi olarak incitebiliyoruz.
Peki aynı şeyi Rasülullah bize söylüyor biz yapmadığımız takdirde bir an kendimizi Peygamberimizin yerine koyuyor acaba hükmü doğru olarak verebiliyor muyuz?
Şimdi küçük bir denemesini yapalım. Kendimize sorular yöneltelim. Cevaplarını da kendimiz vermeye çalışalım. Ama cevap vermeden önce Peygamberimizin bu konudaki fikirlerini hadislerini de dikkate alalım.
İşte birinci soru geliyor:
1) ACABA BEN KONUŞTUĞUM ZAMAN FAYDALI VE HAYIRLI SÖZ SÖYLÜYOR MUYUM?
Çünkü Rasülullah (sav):
“….. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna iyilik etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse ya hayır söylesin ya da sussun.” [14] buyurmaktadır.
Hadisimiz İslam ahlakının üç önemli konusunu ele almaktadır. Komşuya ve misafire ikrama verilen önemin yanında konuştuğu zaman ya güzel konuşmak yada susmanın tavsiye ediliyor. Her tavsiyenin başında Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa diye konunun önemi üç defa vurgulanıyor.
Konuşmak isteyen kimse önce düşünmelidir. Söyleyeceğim sözün kendisine veya başkasına fayda getirip getirmeyeceğine bakmalıdır. Söyleyeceği söz faydalı ise söylemeli değilse susmalıdır. Çünkü faydasız söz hem kendine hem de başkalarına zarar verir. Susmak suretiyle zarardan korunmak da bir faydadır.
Susmak faydasız söylemekten çok daha faziletli o zaman…. Şöyle kendimize bakalım. Bir gün boyunca başta eşimize çocuklarımıza cami cemaatine komşumuza bakkalımıza esnafımıza köylümüze işçimize memurumuza amirimize faydalı ne söyledik? Kendimize ve başkalarını faydası dokunmayan neler söyledik?
Faydasız konuşmalar çoğu zaman bizi günaha götürür. Manasını düşünmeden söylediğimiz bir söz Allah Teala’yı gücendirebilir. İnsanları birbirine düşürebilir. Unutmamalıdır ki büyük günahları hazırlayan da gereksiz ve faydasız konuşmalardır. Dilini tutan kendini fenalıklardan korumuş olur.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) “Kendisini (doğrudan) ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi kişinin iyi Müslüman oluşundandır.” [15] buyurmaktadır.
Yeri gelince doğru ve faydalı söz söylemek ise bir ibadet olur. Yerinde söz söyleyerek bir haksızlığı ortaya koymak insana Allah rızasını kazandırır.
Peygamber Efendimiz bu üç ahlak esasından her birini ortaya koyarken “Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa” buyurmakla bu konuların önemin belirtmek istemiştir. Esasına bakılırsa Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimselerin yapması gereken davranışlar bunlardan ibaret değildir. Rasülullah Efendimiz bu üç tavsiyeyi tutan kimselerin mükemmel bir imana sahip olduklarını anlatmak istemiştir. [16]
Demek ki konuştuğum zaman hem kendime hem de başkalarına fayda verecek sözler söylemeliyim. Aksi halde konuştuğum her faydasız ve zararlı sözün hesabı benden sorulacaktır. Çünkü Allah Teala benim yanımda beni gözetleyen konuştuğum zaman her sözü yazmaya hazır vaziyette bekleyen bir melek bulunduğunu haber vermektedir.
“Onun sağında ve solunda oturan iki alıcı (melek onun sözlerini ve işlerini) kaydetmektedir. (İnsan) hiçbir söz söylemez ki yanında kendinizi gözetleyen dediklerini zapteden (bir melek) hazır bulunmasın.”[17]
Bunun biz canlı örmeklerini dünya hayatında görmekteyiz. Haber programlarında bir işini yaptırmak isteyen vatandaştan rüşvet isterken görüntülenen kayıt altına alınan insanlara “Niye falancadan rüşvet aldın? diye sorulunca o kimseyi tanımadığını söylemekte hatta bu kimseyi ilk defa şimdi gördüğünü ifade edebilmekte ancak kendisine kaydedilen görüntüler ve konuşmalar izlettirildiği zaman söyleyecek konuşacak söz bulamamaktadır.
Müjdecim kurtarıcım rehberim peygamberim dediğimiz ona uymayan ölçü hayat bile teperim dediğimiz Hazreti Muhammed Mustafa (sav)’e inen Kur’an-ı Kerim ve çoğumuzun Cuma geceleri geçmişlerimizin ruhuna okuduğu Yasin suresinde biz farkında olmadan neler okuyoruz bakın bir dinleyelim. Yukarıda rüşvet alırken görüntülenip daha sonra inkar eden; ama çekilen görüntüleri izledikten sonra ağzı dut yemiş bülbül gibi kilitlenen insanlar hakkında Cenab-ı Allah ne buyuruyor? Kıyamet sahnelerinden bir sahneyi arz ediyor. Dünyada iken bizleri ikaz ediyor.
“O gün onların ağızlarınızı mühürleriz. Neler yaptıklarını bize elleri anlatır ayakları da şahitlik eder.” [18]
Allah Teala’nın gönderdiği son nebi son rasül Hz. Muhammed (sav) ağızların mühürleneceği ellerin konuşacağı ve ayakların şahitlik yapacağı gün gelmeden bizleri asırlar öncesinden uyaran ileride tehlike var radar var diyerek bizleri yolda uyaran sürücü gibi uyarıyor. Eğer bu uyarıya kulak verir ve kendi üzerimize alır isek bu işten kârlı çıkacak biz oluruz. Aman canım sen de dersek o gün gelmeden önce tedbirimizi almazsak vay halimize
O halde ben Allah’a da inanıyorum ahirete de inanıyorum. İnsanlara fayda verecek bir şey söyleyeceksem susmalıyım. Amel defterimi aleyhime olacak sözlerle doldurmamalıyım. Konuşacağım her faydasız söz kalbimin katılaşmasına benim Allah’tan biraz daha uzaklaşmama sebep olacaktır. Öyleyse ben faydamı ve zararımı bilmeliyim.[19]
Bu ilk soruyu başarı ile geçtikten sonra şimdi ikinci soruyu kendi kendimize soralım ve cevabını da bulmaya çalışalım…
2) ACABA BEN DİN KARDEŞLERİMİ ONLARIN HOŞUNA GİTMEYECEK ŞEKİLDE ANIYOR GIYBETLERİNİ YAPIYOR MUYUM?
Enes (ra)’den rivayet edildiğine göre Rasülullah (sav) şöyle buyurdu:
“Mi’rac’a çıkarıldığımda ben bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim.
- Ey Cebrail! Bunlar kimlerdir? diye sordum.
- Bunlar (gıybet etmek suretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve namuslarıyla oynayanlardır cevabını verdi. [20]
Peygamber Efendimiz baştan sona mucizevi bir ortamda cereyan etmiş olan Mirac olayında müşahede ettiği bazı hususları haber vermiş bulunmaktadır. Hadisimiz Efendimizin bu kabil gözlemlerinden bir sahneyi bize aktarmaktadır.
Aslında tırnaklarıyla yüz ve göğüslerini tırmalamak yaralamak özellikle câhiliye döneminde ağıtçı kadınların yaptıkları harekettir. Maalesef bu yaka-paça ölüye ağlamak demek olan niyâhâ âdetinin yurdumuzun değişik yörelerinde kadınlarımız arasında halen devam ettiği de acı bir gerçektir.
İşte Peygamber Efendimiz Mi’rac esnasında bu cahiliye kadınları gibi demir tırnaklarıyla yüz ve göğüslerini tırmalayan bir topluluk görmüş ve bunların kimler olduğunu Cebrâil (as)’dan sormuş Cebrâil de bu şekilde azap olunan kimselerin “gıybet edenler ve insanların şeref ve namuslarıyla oynayanlar” olduğunu bildirmiştir.
Efendimiz’in bu beyanı gıybetin ahirette ne tür bir cezaya sebep olacağını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. O halde böylesine çirkin ve cezası ağır olan gıybetten uzak durmaya çalışmak her Müslüman’ın özen göstermesi gerekli bir konu olmaktadır. [21]
Müjdecim kurtarıcım rehberim peygamberim önderim dediğim ona uymayan ölçü hayat bile olsa teperim dediğim adı güzel kendi güzel Hz. Muhammed (sav) Allahü Teala ile görüştüğü Mirac hadisesinde biz ümmetini uyarıyor.
Yolda giderken ilerde radar var hızına dikkat et yoksa cezayı yersin anlamında bizi farlarını yakıp söndürerek uyaran sürücü gibi siz de benim miracta gördüğüm insanlar gibi olmak istemezseniz cehenneme girmek istemezseniz uyarılarıma dikkat edersiniz diyor. Yani dedikodu ederek gıybet ederek insanların etlerini yemek suretiyle şeref ve namuslarıyla oynayanlar bu şekilde akıbetlerini göreceklerdir. Eğer hala bu hadis-i şerifi okuyup dinledikleri halde aynı kötülüğe devam edenlerin vay haline diyerek bizleri uyarıyor.
O halde ben de Müslüman kardeşlerimin bulunmadığı yerde kendilerinde olan bazı kusurları söyleyerek bu kardeşlerimi çekiştirirsem sözlerimi duydukları zaman üzülürler. Şayet ben insanları duydukları zaman üzülecekleri sözler söyleyerek çekiştirirsem hem onların kalbini kırmış hem de gıybetlerini yaparak günah kazanmış olurum. Böyle bir şeyi kesinlikle yapmamalıyım.
Müslümanlığımızın derecesini ölçmeye devam ediyoruz.
Hazreti Peygamberin ölçülerine göre ne kadar Müslümanız sorusuna cevap arıyoruz. Eğer bunu soracağımız beş soru ile test edecek olursak ve her sorunun doğru cevabını yüzde yirmi ile hesaplarsak şu ana kadar iki soru sorduk ve iki sorunun tam cevabını aldık. Dolayısıyla yüz üzerinden beş soruda ikiyi doğru cevaplamış olduk.
Yani birinci sorunun cevabında; artık konuştuğumuz zaman faydalı ve hayırlı söz söyleyeceğiz. İkinci soruya da gıybet yapmamaya söz veriyoruz. Böylece % 40’lık bölümü başarı ile tamamladık. Geldik geriye kalan % 60’lık bölüme… Şimdi üçüncü soruyu sorup cevaplandırmaya çalışacağız.
3) ACABA BEN BİRİLERİNİ ÇEKİŞTİRENLERİ YANİ ONLARIN GIYBETİNİ YAPAN KİMSELERİ DİNLİYOR MUYUM?
Allahü Teala iyi mü’minlerin: “Boş ve faydasız şeylerden yüz çevirmeleri gerektiğini” [22] söylüyor. Üstelik dinlediği sözlerden dolayı kulaklarının sorumlu olduğunu belirtiyor.
Kurtuluşa eren mü’minlerin vasıflarının tek tek sayıldığı Mü’minun suresinde onların namazda huşu içinde oldukları bildirildikten sonra hemen ikinci vasıf olarak “Boş ve faydasız sözlerden yüz çevirdikleri” ifade buyurulmaktadır. Bir anlamda boş ve faydasız şeylerden yüz çevirmenin günlük hayatın huşuu demek olduğuna dikkat çekilmektedir. Namazda gönül huzuru ne ise günlük hayatta da boş laflardan uzak kalmak odur. Yani insana aynı duruluğu ve huzuru yaşatır.
Ancak şu da bir başka gerçektir ki namazda huşu’ nasıl her zaman yakalanmazsa boş ve faydasız sözlerden uzak kalabilmek de o kadar zordur. Bu yönüyle de aralarından bir benzerlik bulunmaktadır. Başarılabilmesi halinde her ikisinin de mü’mine kazandıracağı mutluluk ve seviye gerçekten son derece büyüktür. [23]
“Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak göz ve gönül bunların hepsi o (yaptığı) ndan sorumludur.” [24]
Gıybet etmenin herhangi bir Müslümanı hoşlanmayacağı şeyleri arkasından söyleyerek çekiştirmenin haram olduğunu biliyoruz. Burada ise bizzat kendisi gıybet etmemekle beraber başkasının yaptığı gıybeti dinlemenin de yasak olduğunu öğrenmekteyiz. Böyle bir durumla karşılaşınca yapılacak ilk iş bir yolunu bulup bu gıybet olayına mâni olmaktır. Hadisimiz işte böylesi bir müdâhalenin yani gıybeti yapılan Müslümanı savunmanın ahiretteki sonucunu bildirmektedir.
Öyleyse ben Rasülullah Efendimiz’in tavsiye ettiği gibi ya din kardeşimin haysiyetini ırz ve namusunu onu çekiştirenlere kaşı korumalıyım veya böyle meclislerden kalkıp giderek tavrımı koymalıyım.
Hemen hemen her gün ve saatte yaşadığımız bir olaydır. Bir dost meclisinde bir kahve toplantısında hanımların bir araya geldiği altın günlerinde vb. toplantılarda ya gıybet yapılır ya da gıybet dinlenir.
Peki gıybet’e Kur’an nasıl bakıyor? Biz mü’minleri hangi tehlikelerin beklediğini haber veriyor? Gıybet yapılırsa gıybet edenin ve edilenin durumu ne olacaktır? İşte bu soruların cevabını bakın Allahü Teala bize nasıl haber veriyor?
“ Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Zira zannın bazısı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın ve bazınız bazınızı gıybet etmesin. Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? Bak hemen ondan tiksindiniz. Allah’tan korkun şüphesiz Allah tövbeleri kabul edendir çok merhametlidir.” [25]
Hüsn-ü zan; her şeyi iyiye yorma her şeyin iyi tarafını görmedir.
Sû-i zan da; bunun tam tersidir.
Bu zan’na bir örnek verelim: İki arkadaş bir köşe başında durmuş karşıdan sallanarak gelen ve elinde de gazete kağıdına sarılı bir şişe olan adam görüyorlar. Birisi şöyle diyor; “Adama bak akşama kadar meyhanede içmiş doyamamış eline bir şişe almış içmeye devam ediyor.” Diğer arkadaş ise; “ Adam akşama kadar ayakta çalışmış yorgun düşmüş akşam da çocuğuna süt götürüyor.” Bu arkadaşlardan ikisi de o şahsı içerken görmediler. Birisinin ki “hüsnü zan” diğerinin ki “sûi zandır”.
Hüsn-ü zanda bulunan her zaman sevap alır. Sûi zanda bulunan ise dediği doğru olsa bile günaha girer. Çünkü gözü ile görmediği bir konuda karar vermiştir.
Efendimiz “gıybet için yapılan söz denize karışsa bulandırır” [26] Gıybetin rüzgarların kokusunu bile değiştireceğine işareten bir gün rüzgarda kötü bir koku hissedilince Efendimiz “Bu koku insanların gıybetini yapanların kokusudur” [27] buyurmuştur.Efendimize “Gıybet nedir?” denildiğinde “Kardeşinin hoşlanmadığı şekilde onu anmandır” [28] buyurdu.
Yani gıybet etmenin ne kadar kötü ve iğrenç bir karşılığı olacağının ifadesidir. [29]
İnsanlar birbirlerinin yüzlerine karşı söyleyemedikleri sözleri niçin söylerler?
Sevdiği konuştuğu kardeşi bu çirkin sözleri niye yüzüne karşı söyleyemez? Günümüzün gelişen teknolojisinden istifade ederek bazı kişiler cep telefonlarına mesaj göndererek meramlarını ifade edebilmektedirler. Kişilerin şeref haysiyet ve namuslarına dil uzatabilmektedirler.
Rasülullah (sav): “Kim din kardeşinin haysiyetini ırz ve namusunu onu çekiştirenlere karşı korursa Allah da onu kıyamet gününde korur.” [30]
Devamı aşagıda