Hoş geldiniz!

Forumumuza Kayıt Olarak, Açmış olduğumuz konulara erişebilir Ve Topluluğumuza Katılabilirsiniz!

Şimdi Kayıt Ol! Giriş yap

islam Ehl-i sünnet

  • Konbuyu başlatan alemextra 
  • Başlangıç tarihi
alemextra Çevrimdışı

alemextra 

Admin
Admin
30 Ara 2023
9,175
2
38
konya
EHL-İ SÜNNET

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünnetine ve ashâbının (r.a) yoluna bağlı olan ve onların izlediği dini yol ve metodu benimseyenler. Kitap ve Sünnet üzerinde ittifak etmiş ihtilâf ve tefrikadan sakınmış dinde münakaşaya sebep olan hususlarda aklı değil Kitap ve Sünneti kaynak alan nasları esas kabul eden topluluk.

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünnetine tâbı olanlara ehl-i sünnet; onun sahâbîlerini âdil kabul ederek onların din hususundaki metodunu takip edenlere de ehl-i cemaat ikisine birlikte "ehl-i sünnet ve'l-cemaat" denilmiştir.

"Ehl-i sünnet ve'l-cemaat" tabiri ile ifade edilen müslüman topluluğun sünnet ve cemâata tabi olmak gibi ayırıcı iki önemli özelliği vardır. Sünnet; Hz. Peygamber (s.a.s.)'in söz fiil ve takrirleri ile ahlâki ve beşerî tavırlarıdır.

Ancak konumuz itibariyle sünnetin bu anlamda sınırlarını çizmek hangi çeşitlerinin ne derece bağlayıcı olduğunu tesbit etmek önemli değildir. İslâm hukukçularının sünnetin çeşitlerinin fıkhi bağlayıcılıkları üzerindeki görüş ayrılıkları ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan farklı yaklaşım metodları hep ehl-i sünnet çerçevesinde oluşmuş farklılıklardır.

"Sünnet" daha ziyade metod yol izlenilmesi gerekli olan çizgi anlamıyla toplulukların bir ayırdedici özelliği olması açısından karşımıza çıkmaktadır. Bu duruma göre sünnet şöyle tarif edilmiştir: Bir inanç ve âkide etrafında biraraya gelen topluluğun (ümmet) inanç sisteminin akidesinin oluşmasını temin eden yola ve metoda sünnet denilir. İnsanların bu metodda görüş birliğine varıp bunu uygulaması da cemâat diye isimlendirilmiştir (Şehristânî el-Milel ve'n-Nihal (el-Fisâl kenarında) I 47).

Bu anlamda Kur'ân-ı Kerim'de de kullanılmıştır: "Allah'ın nice sünnetleri gelip geçmiştir. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların âkıbetini görün"

(A/u İmrân 3/137). "Allah'ın sünneti kesinlikle değişmez" (el-Fâtır 35/43). Bu âyet-i kerime'de ifade edilen sünnet Allahu Teâlâ'nın kâinatın yaratılması ve tedbiri için takdir ettiği yol metod anlamındadır. Allah için cebir sözkonusu olamayacağından bu mana İslâm tefekküründe "âdet" kelimesi ile karşılanmıştır.

Sünnet: İslâm toplumunun yani ümmetin oluşması için Hz. Peygamber'in usûlünün esas alınması ve peygamberi usûlü ittifakla takip eden sahabi cemaâtının yolunun izlenmesidir.

İslâm toplumunun fikrî ve amelî oluşumunu sağlayan Allah'ın Kitabı ve Hz. Peygamberin sünnetidir. Bunun için Allah Teâlâ Kur'an ile birlikte Peygambere tabı olup bağlanmanın ve ona itaat etmenin gerekli olduğunu belirtmiştir.

"Allah önceleri açık bir şaşkınlık içinde olan inananlara Allah'ın âyetlerini okuyan kötülükten arındıran Kitabı (Kur'an) ve hikmeti (sünnet) öğreten ve size daha bilmediğiniz nice şeyleri de öğreten bir Peygamber gönderdi" (el-Bakara 2/151). Kötülükten arındırmak (tezkiye) haram ve helâli Kur'an'dan öğrenmek ile tefsir edilmiş hikmet ise ittifakla "sünnet" olarak kabul edilmiştir.

Kur'an farzı vâcibi tayin etme helâli haramı belirleme açısından Allah'ın hükmü ile Rasûlünün hükmünü iki temel esas kabul etmiştir. "Allah ve Rasûlünün yoluna aralarında hüküm vermesi için davet olunduklarında inananlar; "dinledik ve itaat ettik" diye cevaplar. İşte ancak bunlardır kurtulanlar" (en-Nûr 24/5).

Hz. Peygamber (s.a.s.) "size emrettiklerimi yerine getirin yasaklarımı da gücünüz yettiğince terk edin" buyurmuştur (Müslim 412 İbn Mâce Mukaddime 1). Sünnete bağlılık dinî bir zorunluluktur.

Kur'an bize yeterlidir düşüncesiyle sünneti ihmal etmek tarih boyunca bütün bid'at fırkalarının ortak özelliği olan gizli bir hıyanet çeşididir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu durumun ileride ortaya Sıkacağını haber vererek dinî hiçbir kaygısı olmayan bu insanlardan bizi sakındırmıştır. "Tok karınlı koltuğuna yaslanıp size "Kur'an yeterlidir; Kur'an neyi helâl kılmışsa onu helâl bilin neyi haram kılmışsa onu haram bilin" diyen adamların çıkması yakındır. Haberiniz olsun dikkatli olun: Bana Kur'an ile birlikte (hüküm bakımından) onun bir benzeri (sünnet) de verilmiştir" (Ebû Dâvûd Sünne 6 Ahmed b. Hanbel IV 131).

İmrân b. Husayn (r.a.) bize Kur'an yeterlidir sünnete gerek yoktur diyen bir adama şöyle seslenir: "Ahmak herif: sen Kur'an'da öğlen namazının dört rekât olduğunu kıraatinin gizli okunacağının hükmünü bulabilir misin?

Kur'an bize Sok şeyleri müphem bırakmış sünnet onları açıklamıştır." Abdullah b. Mesud (r.a.) "Allah'ın yaradılış şeklini değiştirenlere lânet ettiğini" haber verirken bir kadın "bunlar Kur'an da var mı?" diye sorar. Abdullah b. Mesud şöyle der: "Var tabii sen şu âyeti okumuyor musun": "Rasûlullah size neyi emrederse onu yerine getiriniz neyi yasaklarsa ondan kaçınınız'' (el-Haşr 59/7; Abdullah b. Zeyd Sünnetü'r-Resûl Şakîkatu'l-Kur'ân s.54).

Hz. Peygamber sünnetine uyulmasını emrettiği gibi kendi ashabına da uyulmasını emir buyurmuştur. Ashâba uyulduğu takdirde insanları doğru yola götüren gökteki yıldızlara benzetilmiştir. "İçinizde benden sonra yaşayanlar birçok ayrılıklara şahit olacaktır.

Size sünnetimi hidâyete erdirilmiş doğru yolu bulmuş halifelerinin sünnetini (yolunu) tavsiye ederim. Ona sımsıkı sarılın âdeta dişlerinizle tutun sonradan çıkacak şeylerden sarılın. Çünkü her uydurma bid'at; her bid'at sapıklıktır" (Ebû Dâvûd Sünne 5).

Kur'an-ı Kerim'de de sahâbîler hakkında şöyle buyurulur: "İlk iman eden en ön safta bulunan muhacirlerle ensar ve onlara iyilikle tabı olanlardan Allah razı oldu. Onlar da Allah'dan razı oldular. Allah onlar için ebedî kalacakları altında ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur" (et-Tevbe 9/100).

Allah'ın sahabeleri övmesi sonradan gelen ümmetin onlara tabı olmasını övülmek için onlara uyun onlar gibi olun manasını zımnen ifade eder. Sahabelerden sonra gelen Tabiîn cemaâtından da iyilikle sahabelere uyanların; Allahu Tealâ'nın övgüsüne dahil olduğunu görüyoruz. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde bunu şöyle açıklar: "Ümmetimin en hayırlı dönemi benim içinde yaşadığım dönemdir.

Sonra da onların peşinden gelenlerin dönemidir" (BuhâriFedâilu'sSahâbe19. Sahâbilerin Allah ve Rasûlü tarafından övülmesi sonrakilerin de onların yoluna iyilikle uymak kaydıyla bu övgüye dahil olması hadis-i şeriflerinde uyulması tavsiye edilen "cemaât"ın sahâbîler ve tabiin cemaâtı olduğunu gösteriyor.

Hz. Peygamber (s.a.s.) "size ashabımı (onlara tâbı olmayı) tavsiye ederim sonra onların peşinden gelenleri sonra da onların peşinden gelenleri. Daha sonra yalan yaygınlaşacaktır." Başka bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın rahmet eli cemaât ile beraberdir" (Tirmizî Fiten 7).

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in cemaatı tavsiye etmesi ve firka-ı nâciyenin (azabdan kurtulacak kesimin) cemaât olduğunu söylemesi cemaât'ın kimlerden ibaret olduğunun belirlenmesini gerektirmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.) "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak bunlardan bir topluluk hariç hepsi cehennemliktir" buyurmuştur.

O topluluğun kimler olduğu sorulunca "benim ve ashabımın yolunda olanlar" diye cevaplamıştır. Bir rivâyette "cemaât" denilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur: "Ümmetim sapıklık üzerinde bir araya gelmez. İhtilâf gördüğünüz zaman size 'sevâdu'l a'zam (en büyük olan ve hak üzere bulunan topluluğa katılmayı) tavsiye ederim" (İbn Mâce. Fiten.

. Sevâdu'l-a'zam: Sırât-ı Müstakim metodunu benimseme hususunda görüş birliği içinde bulunan topluluk olarak tefsir edilmiştir (İbnü'l-Esir en-Nihâye II 419).Hz. Peygamber cemaâta sevâdu'l a'zama tabi olunmasını emretmiştir.

Cemaât; ilk dönemde sahabîler; sonraki dönemlerde ise sâlih amel sahibi bilginlerdir. Abdullah b. Mübarek'e cemaat kimlerdir? denilince "Ebû Bekr Ömer (r.a.)dır" diye cevap vermiş "Onlar öldü" denilince de yine "falan ve falandır" demiştir.

Onlar da öldü denilince "işte şu Ebû Hamza es-Sekkerî cemaâtdır" der (Tirmizî Fiten 7). İmâm Tirmizî şöyle der: Âlimler cemaâtı şöyle tarif etmişlerdir: "Ehl-i fıkıh ehl-i ilm ve ehl-i hadis cemaâttir" (Tirmizî Fiten 7).

Bu anlamıyla âlimler cemaâtının sapıtması mümkün değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) "Allahu Teâlâ ümmetimi sapıklık üzerine bir araya getirmez. Allah'ın rahmet eli cemaâtledir. Kim cemaâtten ayrılırsa; cehenneme atılacaktır" (Tirmizî Fiten 7) diye buyurmuştur.

Şehristânî'nin tarifine göre "cemaât bir sünnet ve metod üzerinde ittifak etmiş insanlar topluluğudur" (Şehristânî el-Milel 1 47).
İslâm tarihinde ilk defa cemaât kelimesinin meşhur olması Hz. Hasan (r.a.)'ın hilafeti Hz. Muaviye (r.a.)'a devretmesi yılında olmuştur. Müslümanların birliğini temin ettiği için bu yıla "senetü'l-cemâa" (birlik yılı) denilmiştir.

Müslümanlar Hz. Peygamber (s.a.s.) vefat ettiğinde her bakımdan emniyete alınmış düzenli bir sosyal yapıya sahiptiler. Ancak Hz. Osman'ın şehid edilmesi (ö.35/656) sonucu ortaya çıkan olaylar müslümanların zihinlerinde bir takım yeni soruların oluşmasına yol âçtı. Sahabîler öldürülmüş hilâfet meselesi gündeme gelmişti.

Öldürülen müslümanların durumlarının ne olduğu ve bu olaylarda kaderin tesiri meselesi gibi itikâdı meseleler konuşulur oldu. Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasındaki hilâfet meselesi ve bunun sonucu ortaya çıkan savaşlardan sonra her iki tarafın sempatizanları arasındaki siyâsi sürtüşmeler söz konusu olmaya başladı.

Yahudi Hristiyan ve Mecusilerin müslüman olması ve İslâm kültürüyle tanışması sonucu onların kültürlerindeki meselelere İslâmî nassların mütekabiliyet meselesi tartışmaları başladı. Bütün bu meseleler taraflar arasında ifrat ve tefrit nedeniyle büyük uçurumlar ortaya çıkardı. Bunlara karşı sahâbîlerin çoğunluğu mutedil bir yol takip ederek cemaâtın birliğini muhafaza etmeye siyası meselelerde aşırı taraf olmamaya çalıştılar.

Bu zümrenin ilk mümessilleri olarak Abdullah b. Ömer (r.a.) (74/693); İbrahim en-Nehaî (96/714); Hasanü'l-Basrî (110/728) ve İmam-ı Âzam Ebû Hanife (150/767) sayılabilir. Ortaya Sıkan fırkalar hakkında görüş beyan ederek bu meseleler hakkında ilk defa merkezi zümrenin fikirlerinin temsilciliğini yapan Hasanü'l-Basri'dir.

Onun ehl-i sünnetin fikrı ve itikâdı esaslarının tezahüründe önemli bir yeri vardır. Devrinin siyâsi ve itikâdı meseleleri hakkında muayyen görüşler ileri sürmüştür. Emevi idarecilerini tenkit etmiş zâlim idareciye her konuda itaat edilmeyeceğini savunmuş ve "Allah'a karşı bir günah söz konusu olunca mahlûka itaat gerekmez" (bk. Buhâri Ahâd I; Müslim İmâre 39; Ebû Dâvud Cihâd 40 87; Nesaî Bıa 34;İbn Mace Cihad 40; A. b. Hanbel Müsned I 94 409).

Hadisine dayanarak Allah'a karşı gelmeyi gerektirecek bir istekte bulunduğu takdirde idareciye itaat mecburiyetinin olmayacağını açıkça ifade etmiştir (Mes'ûdî Murücüz-Zeheb 111 201). Hasanu'l Basrî iktidar mevkiinde bulunanların uyarılmasının ve onların cehennem azabıyle korkutulmasının müslüman bilginlerin görevi olduğunu belirtmiştir.

Ancak kılıçla karşı çıkılmasını kabul etmemiş şöyle demiştir: Eğer zikrettiğiniz meseleler Allah'ın azâbını gerektiriyorsa insanlar kılıçlarıyla Allah'ın cezasını döndüremezler. Eğer onlar bir gâile ise Allah'ın hükmünü sabırla beklemelidirler.

Hasanu'l-Basrî Siyası otoriteyi elinde tutanların zâlim olabileceği hususunu kabul ederek Peygamber (s.a.s)'in fitne anında âlimlere uyulmasını tavsiye etmesini dikkate alıp "Sizden olan ulû'l-Emre itaat edin" (en-Nisâ 4/59) ayet-i kerimesinde geçen Ulû'l-Emr'i âlimler fâkihler diye tefsir etmiştir. Sonraki dönemlerde İslâm ümmetinin manevi dinamiğini âlimler İslâm hukukçuları belirlemiş insanlar onların çevresinde toplanmıştır
(İbn Kesir Tefsiru'l Kur'an'il-Azîm II 303). Büyük günah (Kebâir) işleyenlerin âkibeti ve kader meselesinde bazı yeni görüşler ileri süren Vâsil b. Ata'yı meclisinden "kovmuş" haricilerin büyük günah işlediler iddiasıyle bazı sahâbîleri tekfir etmesini bir nifak alameti saymış ve Gulât-ı Şia'yı (hulefâ-ı râşidine söven aşırı grup) reddetmiştir.

Sahâbilerin fitne çıkmadan önceki haline uyan fitneler çıktıktan müslümanlar fırkalara ayrıldıktan sonra da sahabîlerin çoğunluğunun tutumunu benimseyen topluluk kendilerini diğer bid'at fırkalarından ayırmak için zaman zaman ehl-i sünnet ehlü'l-hakk "ehlu's-sünne ve'l-İstikâme ehlu'l-hadis ehlu'l-cemaâ ehlu'l-hadis ve's-sünne ve ehlu's-sünne ve'l-cemaâ isimlerini kullanmışlardır.

Ehlu's-Sünne terimini ilk kullanan Muhammed b. Sirın (ö.110/728) "ehlu'l-hakk ve'l-cemâ'a" terimini ise ilk defa kullanan Ebu'l-Leys es-Semerkandi (ö.373/898)'dir. Terim hicrî II. asır başlarından itibaren "ehlu'l-hakk ve'l-istikâme" "ehlu's-sünne ve'n-nakl" "ashabu'l-hadis" şekillerinde kullanılmıştır. Bu topluluk hakikatte bir fırka değil Hz. Peygamber (s.a.s)'in ve ashabının yolunu takib eden ekseriyettir. Sonraki dönemlerde bu isimler içerisinde diğerlerindeki ortak noktalan da toplaması açısından "ehlu's-sünne ve'l-cema'ât" ismi yaygınlaşmış ve kabul edilmiştir. Bu kullanışa yakın bir ifadeyi Ahmed b.

Hanbel (241/855) "Ehlu's-sünne ve'l-cemâ'a ve'l-âsâr" şeklinde kullanmıştır.
(İbn Ebı Ya'la Tabakatu'l-Hanâbile Kahire 1952 I 31). "Ehlu's-sünne ve'l-cemâ'â" şeklindeki ifade tarzına da elimizde bulunan eserlerden Ebûl-Leys es-Semerkandî (373/898)'nin "Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber" isimli eserinde rastlanmaktadır. "Ehlu's-sünne" dinde bid'atlerin ve çeşitli fikirlerin ortaya çıkmasından sonra sünnetin savunulması ve Ümmetin bütünlüğünün korunması hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Ehlu's-sünne bid'at fırkalarına karşı bir tepki onların dindeki yerini belirleme onların ortaya attığı meselelerin dini cevaplarını tesbit etme ve bid'ata karşı islâm cemaâtının tavır alma hareketidir.

Hz. Peygamber (s.a.s) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: "Yahudıler yetmişbir fırkaya Hristiyanlar yetmişiki fırkaya ayrılmıştır. Benim ümmetim ise yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bütün hepsi cehennemliktir. Ancak bir fırka kurtulur. O da cemaâttır"

(Ebû Dâvûd Sünne I; Tirmizî İman 18; İbn Mace Fiten 17; Ahmed b. Hanbel 11 332 111 145; Hakim Müstedrek IV430).
 
alemextra Çevrimdışı

alemextra 

Admin
Admin
30 Ara 2023
9,175
2
38
konya
Hâkim bu hadis için Sahihaynın şartlarına uygun bir hadistir der. Bu hadisi Hz. Peygamber (s.a.s)'den on sahabı rivâyet etmiştir. Hz. Ebû Bekr Hz Ömer (r.anhum) müslümanların böyle gruplara ayrılacağını haber vermiştir (Bağdadı el-Fark s.8.9).

Bu hadiste bildirildiği gibi müslümanlar fırkalara ayrılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s) din hususunda sonradan ortaya çıkan şeylerden ümmetini sakındırmış bunların bid'at olduğunu her bid'atın da insanı cehenneme sürükleyeceğini haber vermiştir (Ebû Dâvûd sünne 5).

Bidatın din hususunda ashâb-ı kirâm ile tabiilerin yapmadığı ve şer'î delîlin gerektirmediği sonradan ortaya çıkarılmış şeylerdir. Ehl-i sünnet akîdelerine aykırı itikatta bulunan ve fakat ehl-i kıble olan kimseye de "bid'atçı" denir.

Bunlar Cebriye Kaderiye Rafıziler Haricîler Muattıla (Mu'tezile) ve Müşebbihedir. Bunların her biri oniki gruba ayrılmıştır. Toplam yetmişiki fırkadır (Seyyid Œerif Cürcânî et-Ta'rifât s.40. 43). Bid'at; Peygamber (s.a.s)'den nakli meşhur olan şeyin aksini itikad etmektir.

Fakat bu inad sebebiyle değil bir nevî şüphe ile olduğu ve bir delile dayandığı zaman bid'at kabul edilir. Bizim kıblemize dönenlerden hiç biri bid'at sebebiyle tekfir edilemez... Şayet yaptıkları bu inkâr bir tevil ve şüphe neticesi ise tekfir edilmezler. Fakat bid'atçı asla şüphe götürmeyen katî delillere karşı inad ederek bid'ata inanırsa dinden çıkar.

Mesela: Haşrı (ba's) veya kâinatın sonradan yaratıldığını kâbul etmemek gibi. Şüphe ile tevile kalkışanın şüphesi fâsid bile olsa onun küfürle suçlanmasına engeldir.

Meselâ: Allah Tealâ'yı görmenin mümkün olmadığını söyleyenlerin "O azamet ve Celâl'inden dolayı görülmez" demeleri gibi. Bizim kıblemize dönenlerin hiçbiri bir şüpheye dayanan bir bid'âttan dolayı tekfir edilemezler. Ancak zarûriyât-ı diniyeden kabul edilen dini katı hükümlerden birinin inkâr edilmesi hilâfsız küfürdür. Meselâ: Bu âlemin sonradan meydana getirildiğine ve cesedlerin haşr edileceğine (ba's-ı cismânı) inanmayan kimse de dinden çıkar.

Hz. Ebû Bekr ve Ömer (r.anhum)'in hilâfetlerini inkâr eden ve onlara söven kimse bu yaptığını bir şüpheye binâen yapsa dinden çıkmaz. Hz. Ali (r.a)'ın Allah olduğunu ve Cibril'in hata ettiğini iddia edenler dini çizginin dışına çıkar.

Çünkü bu bir şüphe ve içtihaddan dolayı değil sırf hevâ ve heveslerinden dolayı bir inkâr niteliğindedir. Bid'atlardan sayılan Allah'ın sıfatlarının zâtı üzerinde zâid manalar olduğunu kabul etmeyen kabir azabını şefaati büyük günah işleyenin cehennemden çıkacağını ve Allah'ı görmeyi inkâr eden Mu'tezile tâifesi gibi câhil bid'atçılar tekfir edilemese de sapıklıkta sayılırlar.

Çünkü Kur'an ve sahih sünnetin bu konudaki delilleri açıktır. Çünkü ehl-i kıble tekfir edilmemiştir. Diğer yandan onların şâhidliklerinin kabul edileceğine dair icmâ vâki olmuştur. Halbuki bir kâfirin müslüman aleyhine şahidliği geçerli değildir.

Günahı mübah saymanın küfür olması meselesi ise şöyle açıklanmıştır:
Şayet inaddan dolayı ve delilsiz ise küfürdür. Şer'i delilden dolayı inkâr ise ma'zur değildir. Kullarının kalblerini en iyi Allah bilir (İbn Abidin Reddu'l-Muhtar 1 560 561). İtikâdı konulardaki inancımız kesin delil ve naslarla tesbit edildiği için itikad şüphe ve tereddüd mahalli değildir.

Fıkhi bir mezhebe taraftar olanlar bilmeli ki bir konuda müctehid hatalı veya isabetli bir diğer konuda bir başka müctehid hatalı veya isabetli olabilir. Fakat itikadi meselelerde bu hüküm geçerli değildir. Bid'atçi da haklı olabilir biz de haklı olabiliriz denilemez.

İbn Abidin bu konuyu şöyle açıklar: İtikadımızdan murad hiçbir kimseyi taklid etmeksizin her mükellefe inanılması vacip olan meselelerdir. Bizim itikadımız ehlü's-sünne ve'l-cemaât mezhebidir. Ehlü's-sünnet; Selefiler Eş'arîlerle Mâtûridîlerdir.

Bu iki fırka itikadda genellikle bir gibidirler. Sayılı meselelerde aralarında küçük farklar vardır. Bazıları aralarındaki ihtilâfın genellikle lâfzı olduğunu söylemişlerdir. Hasımlarımızdan maksat itikatları küfre varan bid'atçılarla küfre varmayanlardır.

Küfre varan bid'adlara örnek: Âlemin kadim olduğunun iddia edilmesi Peygamberin bi'setinin inkârı gibi. Küfre varmayan bid'atlara örnek: Kur'an'ın mahlûk olduğunu ve Allah'u Teâlâ'nın kulları için kötülüğü irade etmediğinin iddia edilmesi gibi (İbn Âbidin Reddü'l-Muhtar 1 48 49). Rafızilere ve bid'at ehline benzememeye çalışmak ve onlara muhalefet etmek gerekir.

Bid'at ehline benzemek câiz değildir. Ancak onlara teşebbüh kasdıyla yapılan benzemek ve onların kötü hallerini taklid etmek uygun değildir (İbn Âbidin Reddü'l-Muhtar V 472).
Bid'atçılar hakkında ki bu genel hükümlerin açıklanmasından sonra; ilk bid'at fırkalarının ortaya çıkışını ele alabiliriz: İlk çıkışları Hz. Ali (r.a.)'ın hilâfeti dönemindedir.

Şehristâni (549/1154) İslâmi fırkaları; Kaderiyye Sıfatiyye Hâriciyye ve Şiâ olarak dört ana gruba ayırmış yetmişüç fırkanın bunlardan yayıldığını belirtmiştir (Şehristânî a.g.e 1 15).İbn Hazm ise (ö.457/1065)İslâmi mezhepleri: Ehl-i sünnet ve cemaat Mu'tezile Mürcie Şîâ ve Hariciler olarak beş grupta toplamış bunlardan ehl-i sünnet'i hak ehli" onun dışındakileri ise bâtıl ehli" olarak belirttikten sonra ehl-i sünnet'i sahabe ve tabiînin seçkinleri ehl-i hadis ile onlara uyanlar olarak tarif etmiştir (İbn Hazm el-Fısal II 113).Hz. Ali (r.a.)'ın hilâfeti döneminde ortaya çıkan bid'at fırkalarının ilki olan Hâriciler başlangıçta bir siyâsi fırka olarak ortaya çıkmıştır. Şîâ ise bir Yahûdi olan Yemenli İbn Sebe'nin tahriki ile Hz. Ali taraftarlığı iddiasıyla ortaya çıkmıştır.

Şîa'nın ilk ortaya çıkışında şüphesiz ki Abdullah İbn Sebe'nin etkisi inkâr edilemez. İbn Sebe' Yemenli bir yahudidir. İslâm'ı içten tahrip etmek için Yemen yahudilerinin planı gereği müslüman gözükerek yahudi ve mecûsî kültüründen aktardığı sapık görüşleri İslâm'a sokmaya çalışmıştır.

Velâyet vesâyet ric'at ilâhı hak kavramlarını ilk defa İslâm'a sokan bu şahıstır. Şîâ âlimleri de İbn Sebe'nin yaptığı bu tahribatı kabul ederler. Önde gelen Şiâ ulemâsından en-Nevbahtî bunlar arasındadır.

Bütün bu gelişmeler konusunda hicrî ikinci yüzyıldan itibaren İslâm ülkelerinde yaygın hale gelen siyâsi dinî itikâdı ve fıkhı görüşler arasında Hz. Peygamberin ve ashabının yolunu savunmak için ortaya çıkan imamlar ehl-i sünnet akîdesini sistemleştirmişler ehl-i bid'ate karşı mücadele etmişlerdir.

Hasanü'l-Basrî (110/128). Bu hareketi sistemleştirenlerin ilki sayılmaktadır. Ehl-i sünnet akîdesinin esaslarını ortaya koyması yönüyle İmam-ı Azam Ebû Hanife'yi de bu ekolün öncülerinden saymak gerekir. Ehl-i sünnet ve'l-cemaât'in selefilerden farklı metotlarıyla tanınan Ebû Mansur-el-Mâturîdî (ö.333) ve Ebu'l-Hasan el-Eş'arî (ö.324) sünnetin izleyicisi düşüncenin olgunlaşmasında özel role sahiptirler.

İslâmî fırkaların ortaya çıkmasında siyâsi ve sosyal sartların da rolü olmuştur. Tarihin belli dönemlerinde Sünnilik Şîa ve Mu'tezile biribirlerine üstünlük sağlamışlar zaman zaman sırayla devletin resmi mezhebi olmuşlardır. Bu rekabet mezhep taassuplarına düşmanlık ve çatışmalara sebep olmuştur.

Ehl-i sünnet âlimleri arasında zamanla bazı görüş ayrılıkları olmuştur. Ancak hepsinin de dayandığı temel; Kitap Sünnet ve bu iki kaynağa uygun olan sarih ve sahih akıldır. Aralarındaki bazı farklı görüşler esasa taalluk etmeyen ve teferruat sayılan konularda görülmüştür. Bu ihtilâfların çoğu lâfzîdir.

Ehl-i sünnet önceleri; ehl-i sünnet-i hassa olarak bilinirdi. Daha sonraları Ehl-i Sünnet-i âmme adıyla şöhret buldu. Gerçek şu ki; Kur'an ve sünnette yer verilmeyen ashâb ve tâbiînin de üzerinde görüş beyan etmedikleri meselelere dalmayıp dinî nasları yorumlamadan onları olduğu gibi alanlara Ehl-i sünnet-i hassa ehl-i tevhid veya Selefiyye denildi.

Hakkında nass Sahabe ve tâbiînin görüşü bulunmayan bazı itikâdı meseleleri de yeni bir metodla inceleyerek gerektikçe akli yorum ve te'vile gidenlere ise ehl-i sünneti âmme adı verildi. Eş'âriyye ve Mâtûridîyye gibi (İzmirli İsmail Hakkı Yeni İlmî Kelâm s.97).

Ehl-i Sünnet âlimleri; Başta İmam Eş'ârî İmam Mâturîdî olmak üzere İmam Gazâlı Fahriddün er-Râzı Sadeddin Taftazanî Seyyid Ali el-Cürcânî ve İbn Teymiye ehl-i sünnet akîdesini aklı ve naklî delillerle güçlendirmişler başta Mu'tezile ve diğer bid'at ehl-i mezhep ve fırkalarla mücadele etmişler onların Kitap ve sünnete aykırı görüşlerini reddetmişler Aristo ve O'nun gibi düşünen Yunan ve Müslüman filozofların sapık mesnedsiz ve batıl fikirlerini çürütmüşlerdir.

Kısaca ehl-i sünnet: Selefiyye ve Mâtûridîyye ve Eş'âriyye olarak metod bakımından üçe ayrılmaktadır. Yukarıda da işaret edildiği gibi selefiyye yorum ve teşbihe kaçmadan nasları olduğu gibi kabul edenlerin mezhebidir. Meselâ İmam Malik: "Şüphesiz ki Rabbiniz Allah gökleri ve yeri altı günde yarattı sonra da Arş üzerinde istivâ etti" (el-A'râf 7/154) âyetinin tefsirinde: "İstivâ malumdur keyfiyyeti ise meçhuldür.

Bu konuda soru sormak bid'attır" demiş teşbih ve te'vile gitmemiştir (Kurtubî Tefsir V11217-218). İmam Mâturîdî ve Eş'arî'nin temsil ettiği ehl-i sünnet-i âmme ise Cenab-ı Hakkı mahlukata benzetmekten tenzih gayesiyle müteşâbih nassları te'vil etmişlerdir. Arş üzerinde istiva etti sözünü "Arşda hükümran oldu" Allah'ın eli sözünü Allah'ın kudreti ve rahmeti olarak te'vil etmeleri gibi.

Maturidîler ile Eş'ariler arasında da bazı lâfzi ihtilâflar vardır. Bu ihtilâfları onüçten elliye kadar çıkaranlar olmuştur (Bekir Topaloğlu Kelâm İlmi 146).
Öte yandan mezhepler siyâsi fıkhı ve itikâdı olarak birçok meselede biribirleriyle bağlantılıdırlar. Aynı mezhep içinde birçok farklı eğilimler bulunabilmektedir.

Meselâ; Fıkhi ameli konularda Sünnîlerin önemli bir kısmı Hanefi'dir. Hanefilerin büyük çoğunluğu itikâdı konularda Mâtûridî'dirler. Ehl-i Sünnetten Şafîi ve Maliki olanların çoğu itikatta Eş'âri Hanbeliler ise genelde Selefîdirler.

Ebû Hanîfe Mâlik Şâfii Ahmed b. Hanbel Mâtûridî Eş'âri Ebû Bekr el-Bakıllânı Abdulkâdir el-Bağdâdi İmamu'l-Harameyn el-Cüveyni İmam Gazzâli Fahreddin er-Râzî ve Nasıruddin el-Beyzâvi gibi âlimler ehl-i sünnetin önde gelen simâlarıdır.

İbni Teymiyye ile İbnü'l-Kayyim el-Cevaziyye gibi selef mesleğini tercih eden bazı âlimler son asırlarda Selefiyye diye bilinen Ehl-i Sünnet-i Hassâ mezhebini ihya ve neşre çalışmışlardır. İslâm âleminin büyük çoğunluğu itikadda Eş'âri veya Mâtûridî diye şöhret bulan ehl-i sünnet-i Âmme mezhebi üzeredirler.

Abdulkâdir el-Bağdâdi'ye göre ehli sünnet sekiz zümreden meydana gelmektedir:

1- Ehl-i bid'atın hatalarına düşmeyen kelâm âlimleri

2- Sevri Evzâî Dâvûd ez-Zahiri dahil büyük müctehid fakihler ve mensupları

3- Muhaddisler

4- Ehl-i bid'ate meyletmeyen sarfNahv lugat ve edebiyat âlimleri

5- Ehl-i sünnet görüşüne sadık kalan kıraat imamları ve müfessirler

6- Müteşerrî Sufiyye yani şeriate bağlı tasavvuf ehli

7- Ehl-i sünnet yolundan ayrılmayan müslüman mücahidler

8- Ehl-i sünnet akîdesinin yayıldığı memleket ahalisi (el-Bağdâdı el-Fark beynel-Fırak s.313-318; Bekir Topaloğlu a.g.e. s.109-110).
İslâm dünyasının büyük bir çoğunluğunu oluşturan Sünnîlik sadece bir isim sıfat veya mezhep değil bütünüyle bir yaşam tarzıdır ki tamamen Kitap ve Sünnete uygun olarak İslâm'ın hayata tatbikidir.

İtikadda orta yol ehl-i sünnetin yoludur. Ümmet-i Muhammed (s.a.s.)'in ana özelliği itidaldir. Cenab-ı Hak bunu şu şekilde belirtiyor: "İşte böylece biz sizi orta (dengeli) bir ümmet yaptık" (el-Bakara: 2/143).

Câbir b. Abdullah'tan gelen sahih bir rivâyete göre Hz. Peygamber toprağa düz bir çizgi çizdi ve bu çizginin üstüne elini koyup şöyle buyurdu: "İşte bu Allah'ın yoludur." Daha sonra o çizginin sağına ve soluna da çizgiler çizdi. "Bunlar da değişik tefrika yollarıdır. Herbirinin basında ona çağıran bir şeytan vardır" dedi. Bilahare şu âyeti okudu: "Bu benim dosdoğru yolumdur. Öyleyse ona uyun. Sizi o'nun yolundan ayıracak başka yollara uymayın"
(en-En'âm 6/153) (İbn Mâce Mukaddime 2; Dârimî Mukaddime 23; Ahmed b. Hanbel Müsned 1/435). Hz. Peygamber (s.a.s.) burada dinde sağa sola sapmalara işaret etmiş doğru yolun ortadaki ehl-i sünnet yolu olduğunu belirtmiştir.

İmam Tahâvî ehl-i sünnet yolunu şöyle özetlemektedir: Bu din ifratla tefritin ortası teşbihle ta'tilin ortası cebr ile kaderciliğin ortası ümitsizlikle aşırı güvenin ortası korku ile ümidin ortası bir yoldur.
İşte dinimiz zâhiren ve bâtınen budur. Tefrika görüşlerden merdûd mezheplerden müşebbihe mûtezile cehmiyye cebriyye kaderiyye v.s. gibi ehl-i sünnet ve'l cemaat'e muhalefet eden dalâlete sapan mezheplerin görüşleri ehl-i sünnet âlimlerince incelenmiş ve delillere dayanan ikna edici cevaplar verilmiştir (Tahâvi Şerhû akiteti't- Tahaviyye 586-588).

İSLAM ANSİKLOPEDİSİ
 

Konuyu görüntüleyenler

Yasal Uyarı Görmek İçin Tıkla
Geri
Üst
Combeki Media